Ahlak, toplumun vicdanında kabul gören genel geçer kurallardır. Aynı zamanda ahlak, kişinin iyiyi kötüden, doğruyu da yanlıştan ayırt edebilmesine yarar. Tüm dinlerin temelini de ahlak oluşturmaktadır. Siyaset ise toplumda çıkar çatışmalarının ortak bir paydada uzlaştırılmasıdır. Siyaset, aslında hem bir bilim hem de bir sanattır. Aynı zamanda toplumu ilgilendiren her konu da siyasetin gündemini oluşturmaktadır.
Bana göre siyaset, ahlaklı ve vicdanlı insanların işidir. Toplumun sesine kulak veren, toplumun gerçeklerini bilen insanların işidir siyaset. Bir birey siyaset yapabilmek için hem ahlaklı olmalı hem de vicdanlı olmalıdır. Bana göre vicdan ise iki türlüdür. Empati yapmak ve özeleştiri yapmak ile mümkündür.
Ancak siyasetçiler ile ilgili olarak toplumumuzda yaygın olan kanı ise sözünü tutmayan, milleti seçimden seçime hatırlayan, toplum gerçeklerinden uzak ve millete tepeden bakan kişiler olarak görülmektedir. Elbette bu realite her siyasetçi için geçerli değildir. Ama dediğim gibi toplumun genel kanısı ne yazık ki böyle. Çünkü siyaset kurumuna güven kalmamış ve tüm değerler tüketilmiştir.
Fakat ülkemizde yeni bir siyaset anlayışı inşa edilmektedir. Bu inşa sürecini zor ve meşakkatli görsem de değerli bulmaktayım. Bu siyaset anlayışı toplumu kucaklayan, milletin her ferdini olduğu gibi kabul eden, inançlara saygılı, fırsat eşitliğini savunan, liyakatli ve temelde de hukuku içselleştirmiş kadrolarla olacağı inancındayım.
Yeni siyaset tarzıyla adeta siyasete damga vuracak kişilerin ortak özelliği şöyledir: Siyaseti ahlaklı bir şekilde yapmayı taahhüt eden, cesur insanların bir araya geldiği, inandığı değerlerden asla taviz vermeyen ve sözünün eri kişilerdir. Bu kişiler sadece Allah’tan korkan, hiçbir kimseden ve hiçbir şeyden korkmayan kişilerdir.
Tehditlere, aşağılamalara, her türlü hakaretlere ve ayak oyunlarına bakmaksızın yoluna devam edebilenler kazanacaktır. Çünkü yegâne mefkûresi; millet, memleket, ülke ve insanlık olan kişilerle ancak topyekûn bir kalkınma sağlanabilir. Böylece toplumsal inşa sürecinin tamamlanmasıyla birlikte ülkenin huzura ve refaha ulaşması da kaçınılmazdır. Zira bir ülkede haksızlık, adaletsizlik, liyakatsizlik ve ne kadar olumsuzluk varsa o toplumun yeise kapılması da o kadar olağandır.
Mahatma Gandi şöyle demiştir: “Bir ülkeyi yok edecek olaylar şunlardır: İlkesiz siyaset, vicdanı sollayan eğlence, çalışmadan kazanılan zenginlik, bilgili ama karaktersiz insanlar, ahlaktan yoksun bir iş dünyası, insan sevgisini alt plana itmiş bilimden, özveriden yoksun bir din anlayışı.”
Sabahattin Ali ise “Karanlık siyasetin, insanları birbirlerine nasıl kırdırtabildiğine işaret eden birçok sayfası vardır. Bireyin gelişmesini asla istemeyen bu siyaset, sürekli gözetim ve denetim altında tuttuğu sürüden ayrılmak isteyenlere inanılmaz kertede merhametsiz davranmıştır” diyerek topluma çok önemli mesaj vermiştir.
Ancak ümitsiz ve çaresiz olmaya gerek yok. Çünkü çözüm, toplumu bilen siyasetçiler içinden çıkacak ve millete umut olacaktır. Diyalogun siyasetçiler arasında yayılmasıyla ülkenin problemleri kendiliğinden çözülecektir. 14 Mart 1913 tarihinde ne güzel yazmış milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy “Yeis (Ye’s) Şiiri”nde:
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar..
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.
Feryâd ile kurtulması me’mûl ise haykır!
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!
‘İş bitti.. Sebâtın sonu yoktur! ‘ deme, yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma.