Türkiye siyasetinde erdem ve sağduyudan söz etmenin fantezi olduğunu biliyorum. Belki de tarihimizde ilk defa bu kadar aleni ve bilinçli olarak erdem ve sağduyudan yoksun bir siyaset ile yüz yüzeyiz.
Politik yozlaşmadan daha çok toplumsal duyarlılığın yok olması siyaseti derinden etkilemektedir. Daha vahim olanı, yozlaşmanın ve çürümenin “Müslümanlık” iddiasıyla gerçekleşmiş olmasıdır.
Biz Müslümanların durumu, Amin Maalouf’un belirttiği gibi "İnsanlar bir dinleri olduğu için ahlaka ihtiyacı kalmamış gibi davranıyorlar!" ifadesiyle adeta örtüşmektedir.
Din, erdemli ve ahlaklı olmayı emreder ancak ahlak ve erdemin yerine geçmez. Bir dinleri olmadığı halde ahlaklı ve erdemli insanların sayısı çok fazladır. Çünkü bu ilkeler, doğru ve iyi insan olmanın özelliklerindendir. Hangi dine mensup olursa olsun, ahlak ve erdem olmadan “iyi insan” olmak mümkün olmadığı gibi bunlar olmadan dini ritüelleri yerine getirmekle de “dindar” olunmaz.
Siyasetçinin/yöneticinin bir dine mensup olmasına değil, erdemli, ahlaklı ve adil olmasına ihtiyaç vardır. Ahlaklı ve duyarlı bir toplumun tercihi de bu yönde olmak zorundadır. Siyasette ilim ve adalet yerine “dindarlık” arayışı, çıkar ilişkilerini ve ahlaksızlığı örtmek içindir.
İlimsiz bir siyasetin ve bilgiden, adaletten yoksun siyasetçilerin erdem ve sağduyu gibi siyasetin olmazsa olmaz ilkelerini hayata geçirmeleri beklenir mi? Bunun yer yüzünde bir örneği var mıdır? Türkiye’de yaşanan da budur.
Siyaset ilmi, sadece öğrenmekle iktifa edilecek bir bilgi değil, siyasetçiyi mükemmelliğe taşıyacak bir ilimdir. Farabi’nin siyaset ilmi tanımı da bu gerçeği belirtmektedir:
Siyaset ilmini, "insanın elde etmesi gereken mükemmelliğin ne ve nasıl olduğunu, bu mükemmelliği elde etmesini sağlayacak şeylerin ve insanın bu mükemmelliğe ulaşmasına engel olan şeylerin neler olduğunu bildiren ve ayırt eden ilim" olarak tanımlamaktadır.*
Farabi’ye göre siyaset ilmi, “erdemli şehrin aynı durumda kalması ve değişmemesi için gerekli koşulları belirtir. Erdemli şehir ve başkanların davranışlarının cahil davranışlara ve yetilere dönüşmesi tehlikesini doğuran sebeplerin ve yönlerin hangileri olduklarını bildirir. Onlardan cahil şehre dönüşmüş olanların eski hallerine döndürülmeleri için alınması gerekli tedbir ve çareleri sayar. Yöneticinin kim olacağının tespit edilmesi için aranması gerekli tabii şartlar ve durumları ortaya koyar…”
Sokrates de erdemle birlikte sağduyuyu önemser. Sokrates, yönetimde, siyasette, diplomaside, sosyal ve ticari ilişkilerde ve hayatın her alanında sağduyuyu “değiş-tokuş edilebilecek tek alış-veriş birimi” olarak kabul etmektedir. Ve şöyle der:
“Yiğitlik, ölçülülük, adalet ve genel olarak gerçek erdem, onunla ölçülmeli ve onunla alınıp satılmalı. Hazlar, korkular ve onların benzerleri, ister eklenmiş, ister çıkarılmış olsun erdem, ancak sağduyuyla birlikte var olabilir.”*
Bu durumda erdemli ve sağduyulu siyasetçilerin/yöneticilerin bulunduğu bir toplum şüphesiz medeni bir bilgi toplumu olacaktır. Yönetilen ülke de medeni ve gelişmiş bir ülke olacaktır. Aksi durumda toplum cahil, geri, ülke de ilkel ve çağdışı sayılacaktır.
Medeni toplumlar, gerekmedikçe siyasetle fazla ilgilenmezler. Başarısız politikacıları ilk seçimde gönderirler. Bu nedenle de bilgisiz ve erdemsiz politikacıların siyaset yapma imkânı da ya hiç olmuyor veya bedelini ağır ödüyorlar.
Bizler de bilim ve teknolojinin gelişmesiyle dünyanın her bölgesini tanıma imkânına sahibiz. Siyasi gelişmeleri, politikacıları yakından tanıma ve takip etme imkânımız vardır. Bizlerin de medeni dünya ile gelişmemiş bölgeleri birbirinden kolayca ayırabilme olanakları vardır.
Dini hamasetin ve milliyetçi söylemlerin dünyanın hiçbir bölgesinde hiçbir sorunu çözmediği çok açıktır. Aksine yeni sorunları ortaya çıkarır veya var olanları daha da derinleştirir.
Buna rağmen ülkemizde, sorun siyasetine ve hamasi söylemlere itibar eden toplumsal çoğunluğun olması düşündürücü değil midir?
Dini ve milli söylemlerle harmanlanmış politikalara ve bilgisiz, ufuksuz politikacılara inanmak, aldanmak, destek vermek nasıl izah edilebilir?
Ne yazık ki ülkemizde, özellikle son yıllarda başarı ve başarısızlık bilgi, erdem ve sağduyu üzerinden değil, hamaset, ideolojik yakınlık, kutuplaşma ve çıkar üzerinden şekillenmektedir.
Ülkemizde politika, “inandırıcı yalanlar sanatı”, politikacılar da “inandırıcı yalanları en iyi söyleyebilen kişiler” olarak görülmektedir. Peki yalandan daha büyük ahlaksızlık var mıdır?
Din-dindarlık-vatan-bayrak-devlet-millet-milliyetçilik hamaseti ancak bu anlayışa hizmet için vardır. Halkımız da buna “siyaset” diyor ve bunu en iyi yapan politikacıları bağrına basıyor.
Erdem, ahlak, sağduyu bu anlayışın neresinde?
Bunca yalana teşne olmuş bir toplumdan ahlakı, erdemi ve sağduyuyu önceleyen bir siyasete destek beklemek saflık olmaz mı?
Toplumu iyi tanımış ve bu nedenle de hamaseti seçen politikacıların böyle bir beklentisi elbette yoktur. Şekilden şekle girerek ve hiçbir ahlaki ilkeye bağlı kalmayarak yollarına devam edeceklerdir.
Gerçek olan ise ahlak, erdem ve sağduyudan yoksun bir siyaset-yönetim, bir ülkenin başına gelecek en büyük felaketlerdendir. Kimliklerinin, dindarlıklarının, partilerinin ve söylemlerinin hiçbir kıymeti yoktur.
Ahlaksız insanlar, yerli ve milli olsalar ne olur, olmasalar ne olur?
Ahlaksız insanların dinleri olsa ne olur, olmasa ne olur?
Cicero’nun şu sözü ile noktalayalım:
"Herkes düşüncelerinde yanılabilir. Ama aptallar bir türlü yanıldıklarını anlayamazlar."
Sizce de yanıldıklarını anladıklarında iş işten geçmiş olmayacak mı?
Toplumların ve ülkelerin medenileşmesi ancak erdem ve sağduyu siyasetinin hakimiyetiyle mümkün olabilir.
--
*Farabi-El-Medinetü'l Fazıla
*-Sokrates_Savunma kitabından
Abdulbaki Erdoğmuş