Hiçbir Vesayet Demokrasinin Güvencesi Olamaz
Demokrasinin, demos ve kratos, yani halk ve iktidar kelimelerinden oluştuğu bilinmektedir.
İlkesel olarak yönetilenlerin karar süreçlerinde, yönetimde etkin ve aktif olarak rol alabildiği bir
yönetim biçimi olarak tanımlanabilir.
Bu tanıma, Antik Yunan dönemlerinde kentli nüfusun bir kısmının karar sürecinde yönetime katılması
ve kararlarda etkili olması örnek olarak verilmektedir.
Kelime kökü üzerinden “halkın iktidarı” olarak tanımlanmış olsa da demokrasiyi, halkın doğrudan
yönetime katıldığı bir “halk iktidarı” olarak düşünmek yanıltıcı olur kanaatindeyim.
Teorik olarak katılımcı demokrasi ile halkın doğrudan ve etkin biçimde yönetime dahil olması istense
de pratik olarak uygulamaya konulması, “ileri demokrasi” olarak bilinen yönetimlerde dahi
gerçekleşmemiştir.
Ancak siyasal, kültürel ve teknolojik gelişmelere göre ilerde bunun mümkün olabileceğini
düşünüyorum. Bunun için çok ileri düzeyde demokratik bir kültüre sahip olmak gerektiği açıktır.
Belki de uygulamaya yerel yönetimler kapsamında, daha çok küçük yerleşim birimlerden başlanabilir.
Ülkemiz için bu ihtimalin de çok uzak olduğunu belirtmeliyim.
Yüzlerce yıllık uygulamalarıyla da günümüzde de demokrasi, daha çok halkın seçtiği temsilciler
aracılığıyla yönetmeyi ifade etmektedir. Buna da ‘Temsili Demokrasi’ denilmektedir.
Günümüzde, ileri demokrasilerde artık demokratik seçimler yalnızca oy vermekten ibaret değildir.
Sivil kuruluşlar, meslek kuruluşları, sendikalar, üniversiteler, medya gibi siyasal düşüncelere etki eden
kuruluşlar güçlenmektedir. Bu alandaki gelişmelere, İskandinav ülkeleri örnek verilebilir.
ABD ve Batı Avrupa demokrasilerinin ise giderek irtifa kaybettikleri açıkça gözlemlenmektedir. Bunu
da küresel kapitalizmin demokrasiyi araçsallaştırmasına bağlıyorum.
Kuşkusuz bu durum, sadece demokrasinin beşiği olarak kabul edilen ülkelere değil, genel olarak
demokrasiye duyulan güveni çok ciddi olarak sarsmaktadır.
Adil bir rekabetin, dayanışma ve paylaşımın ulusal ve uluslararası politikalara egemen olmaması
durumunda, insanlığın siyasal sistem/yönetim alanında çok büyük bir kriz yaşayacağına inanıyorum.
-
Temsili demokrasilerde halkın iradesi dolaylı olarak yönetime yansıtılır.
Coğrafyamızda demokrasinin bilinen bir tanımına örnek verebileceğimiz bir yönetim modeli söz
konusu değildir. Osmanlı bakiyesi topraklarda hiçbir ulus-devlet, cumhuriyetten demokrasiye geçişi
başarmamıştır.
Çünkü temsili demokrasi; halkın yönetime doğrudan katılmadığı ancak özgür, şeffaf ve adil seçimlerle
halk tarafından seçilen temsilcilerin, halkın iradesini parlamento ve yönetim uygulamalarına
yansıtmasıdır. Bunun örneği de ne yazık ki coğrafyamızda yoktur.
Genel olarak temsili demokrasilerde temel sorunlardan birisi seçim dışında halkın yönetime
müdahalesinin pek mümkün olmamasıdır. Yönetimin işleyişi siyaset ve bürokrasi ilişkilerine göre
şekillenir.
Bu durumda yönetim kadar temsilcilerin denetlenmesi de zorlaşır. Günümüzde en ileri
demokrasilerde dahi bu sorunlar yaşanmaktadır. Söz konusu sorunların bir demokrasi krizine de yol
açtığı söylenebilir.
Türkiye’de hiçbir dönemde, ileri bir demokrasi uygulamasını örnek vermek mümkün değildir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi öncesi, çok yönlü olumsuzlukları, eksiklikleri ve aksaklıklarına
rağmen Türkiye, “nisbi temsil” biçiminde bir demokrasi uygulaması yaşadığı ileri sürülebilir.
-
Modernleşemeyen Osmanlı, çökmeye ve dağılmaya mahkumdu.
20. yüzyılın başlarında, ulusal kurtuluş hareketleri sonucu kurulan cumhuriyetçi ulus devletler,
modernleşme anlamında ileri bir adım olarak değerlendirilebilir. Ancak Türkiye örneğinde olduğu gibi
demokratikleşemeyen ve hukuku hâkim kılmayan hiçbir devlet, demokratikleşmeyi, iç barışı,
kalkınmayı ve ilerlemeyi sağlayamadı.
18. yüzyıldan itibaren Osmanlı siyasal sisteminde temel sorun haline gelmeye başlayan
eşitsizlik/ayırımcı uygulamalar ve merkezileşmeye doğru yönelen otoriter politikalar, modernleşmeyi
engellediği gibi çoğulcu kültürü de tehdit etmeye başlamıştır.
İslamcılık ve milliyetçilik gibi dini ve milli politikaların hiçbiri, Osmanlı çöküşünü engellemedi. Çünkü
çağın siyasal ve toplumsal ihtiyacı modernleşmekle ancak karşılanabilirdi.
Osmanlı yönetim sisteminde Müslümanlar ve Gayr-i Müslimler ayırımı üzerinden yürütülen “millet”
uygulaması ve sorgusuz-sualsiz sultana ve saltanat yönetimine itaat dayatması, çöküşü daha da
hızlandırmıştır.
Değişime, modernleşmeye direnen Osmanlı İmparatorluğu, tıpkı Avusturya- Macaristan
İmparatorluğu gibi modern-ulusal kurtuluş hareketlerinden en çok etkilenen ve dağılan devlet oldu.
Günümüzde de çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiye direnen ulus devletlerin bütünlüğü ve geleceği
güvende değildir.
-
Cumhuriyet kazanımları inkâr edilemez.
Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti de dini ve milli politikalarla kuruldu. Osmanlı’nın çöküşünü
önleyemeyen politikalar, cumhuriyet devleti için kuruluş felsefesi oldu.
Bu anlayışın gereği olarak, Osmanlı yönetim sisteminde Müslümanlar ve Gayr-i Müslimler ayırımı
üzerinden yaşam bulan “millet” uygulaması, farklı bir tanımla cumhuriyet rejimiyle hayata geçirildi.
Diğer taraftan da saltanat ve sultana itaat yerine “devlete ve kurucu partiye itaat” zorunluluğu
getirildi.
Fransız devrimiyle ortaya çıkan demokratik cumhuriyet arayış, Türkiye’de “Türk Tipi” bir cumhuriyet
biçiminde şekillenmeye başladı. Baskıcı tek parti iktidarı ve ceberut bir devlet yönetimi ile
demokrasiye geçişe izini verilmediği gibi bütün çabalara rağmen Batılı anlamda modern bir
cumhuriyet inşası da mümkün olmamıştır.
Osmanlının iki kutsalı, mahiyet değiştirerek cumhuriyetle devam etmiştir.
“Millet” artık din temelinde değil, daha katı bir uygulama ile “etnik” üst bir unsuru tanımlayan bir
ilkeye dönüştü. Osmanlı’dan geriye kalan halkların tamamı “millet” tanımı içinde tekleştirildi.
İkincisi de sultan-halife yerine devlet, lider dokunulmaz ve kutsal kılındı.
Kanaatime göre Osmanlı yönetim sisteminin söz konusu iki ilkesi tamamıyla cumhuriyet rejimine dahil
edilerek çoğulculuk, demokrasi ve hukuk devletinin önü duvar gibi örülmüş oldu.
Saltanat yerine bürokratik devlet vesayeti oluşturuldu. Adına da “demokratik-laik-sosyal-hukuk
devleti” denildi. Uygulamada bu ilkelerin hiçbiri hayat bulmamıştır. Söz konusu ilkeler üzerinden
bürokratik oligarşi, yasalarla ve anayasa ile güvence altına alınmış oldu.
Aslında “demokratik-laik-sosyal-hukuk devleti” iddiası, muasır medeniyet seviyesine ulaşmak için
önemli bir yol haritası oluşturuyordu. Ancak gerçekleşmesini önleyecek formüller, başından itibaren
devreye sokulmuştu.
Bürokrasi-kurumlar-TBMM-iktidar-muhalefet-siyasi partiler-üniversiteler-sivil kuruluşlar-Diyanet ve
dini gruplar, dinci ve milliyetçi dernekler ve oluşumlar, sol-sosyalist yapılanmalar yeni vesayet
sistemine göre şekillendirilmeye başlandı.
Vesayet dışına çıkanlar ise “demokrasiyi koruma” adına en acımasız biçimde cezalandırıldılar.
Demokrasisi kanunla askerin teminatı altında veya “tek adam ve parti” vesayetinde olan bir ülkede,
demokratik siyasetin ve çoğulcu kültürün hâkim olmasına asla yol verilmez.
Daha vahim olan, söz konusu anlayış ve uygulamaların siyaset ve eğitim marifetiyle “demokratik bir
kültür” olarak topluma sunulmasıdır. Ne yazık ki ülkemizde demokrasi adına oluşan kültürün mahiyeti
de bundan ibaret kalmıştır.
Kurulu düzeni, partileri, liderleri, milliyeti, ecdadı, orduyu kutsayan bir kültürle demokrasinin
gelişmesi zaten beklenemez.
Çoğulcu kültürün, farklılıkların yönetime yansıtılmasına imkân verilmeyen bir sistemde, demokrasiye
geçmek nasıl mümkün olacaktır?
Osmanlı çökmüştü ancak demokrasi için altyapı oluşturacak çoğulcu bir toplumsal kültür bırakmıştı.
Ancak cumhuriyet devleti, demokrasinin temelini oluşturacak çoğulculuk ilkesini yok saymakla
başından itibaren demokrasiye sırtını çevirmiştir.
Demokratik kültürün gelişmediği, demokratik sistemin siyaset için amaç olmadığı, adaletin,
özgürlüklerin ve hakların kutsanmadığı bir toplumda, demokrasinin bir siyasal sistem olarak
benimsenmesi ve gerçekleşmesi nasıl mümkün olacak?
Elbette mümkün olamaz.
Demokrasinin teminatı halk değil de oligarklar olunca da demokrasinin gelişmesi, doğru anlaşılması,
hayat bulması ve toplumsal bir kültüre dönüşmesi mümkün değildir.
Küresel kapitalizmin vesayetinde olan bir demokrasinin de gelecek için umut olması söz konusu
olmayacaktır.
Demokrasi ancak sivilleşerek, herkesin ve her kesimin haklarıyla var olduğu, sivil, özgür ve çoğulcu bir
siyasal örgütlenme ve hukukun üstünlüğü ile ve dahi adil rekabet, dayanışma ve paylaşım
politikalarının kurumsallaşmasıyla hayat bulur.
Hiçbir vesayet, demokrasinin güvencesi olamaz. Demokrasinin güvencesi aslında yasalar da değildir.
Çoğulculuk, özgürlük, laiklik, eşitlik ve adalet gibi ilkelerin bir kültür olarak toplumsal hayata hâkim
olmasıyla ancak demokrasi güvencede olur.
Mevcut siyaset anlayışının ve mevcut iktidar ve muhalefet partilerinin kapsam alanı dışına çıkıp yeni
bir siyasete, özgürlükçü, çoğulcu demokratik bir sisteme yönelmedikçe, demokrasi de muasırlaşmak
da mümkün olmayacaktır.
Siyaset ambalajına sarılmış partiler ve hamasi seçimlerle demokrasi oyunu oynayarak demokrasi tesis
edilemez.
Abdulbaki Erdoğmuş
(Hemhal)