İslam ve Dindarlık
İslam dindarlığı, ‘ahlaklı insan’ olmaktır. Bunun gereği olarak en başta öğrenmeyi, öğrendiklerini doğru paylaşmayı, iyi insan olmayı ve iyiliği yaymayı, çevreye duyarlı olmayı, adaleti, emaneti, ehliyeti, ortak aklı, hakkı, hukuku, barışı gözetmek ve tesis etmektir.
Müslüman dindarlığı ise bu ilkelerle birlikte Kur’an’la belirlenen emir ve yasakların bir yaşam tarzına dönüştürmektir.
Bilgi yerine cehaleti, iyi yerine kötüyü, barış yerine savaşı, rahmet yerine gazabı, hakkaniyet yerine ayırımcılığı ve haksızlığı yayanların dini ritüellerini veya dindarlık anlayışlarını İslam çerçevesi içinde değerlendirmek doğru değildir.
İslam; insanı, Allah’a teslim olarak kendisiyle, birlikte yaşadığı toplumla, insanlıkla, diğer varlıklarla ve dış dünya ile barış içinde olmayı ister. Adalet ve rahmet dini olarak tanımlanmasının nedenlerinden biri de budur.
Esas olarak dindarlık da bu rahmeti, adaleti ve barışı yaşamak ve yaymaktır.
Müslüman coğrafyasının bugün içinde bulunduğu fitne, ayrışma, kavga, çatışma, şiddet, savaş, cehalet ve sefalet gibi olumsuzlukların başlıca nedenlerinden birisinin; Müslümanlar olarak İslam’ın adalet, barış ve rahmet gibi ilkelerinden mahrum olmamızdır.
Şayet İslam, ilkelerle değil de ritüellerle yaşansaydı, Müslüman ülkelerin tamamının barış ve adalet havzalarına dönüşmeleri gerekirdi. Oysa durum tam tersinedir.
Sayısız camiler, mescitler, tekkeler, dergahlar, on binlerce din adamı ve din görevlileri, şeyhler, imamlar, hafızlar, yükselen minareler, okunan ezanlar, ezberlenen Kur’an ve Hadis kitapları, kılınan namazlar, tutulan oruçlar, okunan ilahiler, menkıbeler, mevlitler ve dualar, tarikatlar, cemaatler, dernekler, vakıflar, partiler, dini gruplar, medreseler, Kur’an kursları, kutsal geceler, ayinler, zikir halkaları, ders ve sohbetler, her yıl milyonlarca Müslümanın Hac ve Umre ibadetleri ve daha neler neler…!
Bu ritüellerin tamamı az veya çok her Müslüman ülkede yaşanmaktadır. Bütün bu ritüellere rağmen ülkelerimizde ve Müslüman toplumlarda adalet-ahlak-medeniyet-hakkaniyet-barış ve merhamet neden yok?
Sorgulamamız gerekmez mi?
Medreselerimiz, tekkelerimiz, dergahlarımız, okullarımız, üniversitelerimiz, akademisyenlerimiz, ilahiyatçılarımız, on binlerce din görevlimiz ve yüzlerce milyon Müslüman olmasına rağmen bir İslam ve insanlık toplumundan söz edemiyoruz.
Peki neden?
Kanaatime göre İslam’ın muhatabı olan ‘akletme’ yeteneğimiz yok da ondan. Çünkü İslam ve insanlık bilinci ancak akletmekle mümkündür. Bu nedenle İslam’ın ilk emri okumak ve akletmektir.
Müslüman olmayı öğreten çok ancak insanlığı ve İslam’ı öğreten yok.
Bunun sonucudur ki akletmeyen, araştırmayan ve insanlık değerlerinden yoksun bir “Müslüman tipi” yetişmektedir.
Gerçek olan şudur ki İslam’ın rahmeti ve adaleti ancak insanlık üzerine inşa edilebilir. İnsanlık yoksa İslam da yoktur. Ritüellerle varlığını sürdüren İslam değil, İslamsız Müslümanlıktır.
Esas itibariyle din; yaşadığımız gezegende başıboş ve sorumsuz olmadığımızı, evrenin ve bizim yaratıcımız olan Allah’ın gözetiminde bir yaşam bilincini verir.
Bu bilinçle davranmak ve yaratıcıya karşı sorumluluğu ve şükrü yerine getirmek de dindarlık olarak tanımlanabilir.
Allah’ın bir mizan ile yarattığı evren ve içindekilerle ahlak-adalet ve barış temelinde yaşamanın adı da İslam’dır. Peygamber ve seçkin arkadaşları böyle bir toplumsal modele örnek oldular.
Günümüzde böyle bir yaşam tarzıyla örnek olan bir Müslüman toplum gösterilebilir mi?
Hakkı teslim etmek gerekirse; İslam ve insanlık değerleriyle donatılmış ve bu bilinçle yaşayan insanlar ancak gerçek anlamda “DİNDAR” olarak tanımlanmalıdır.
Abdulbaki Erdoğmuş