Bu yaşananların hayalden, yaşatanların da hayaletten ibaret olmasını çok isterdim…
Thomas Edward Lawrence veya bilinen adıyla Arabistanlı Lawrence deyince hemen her Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşının aklında oluşan imaj benzerdir. 1. Dünya Savaşı yıllarında Arapları Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklandıran İngiliz ajanı ya da resmi tanımıyla İngiliz irtibat subayı olan Lawrence Oxford Üniversitesi mezunu bir arkeologdur.
Belki çoğunuza garip gelecek bir cümle kurmak istiyorum. Lawrence işini iyi yapmıştır, hem de çok çok iyi yapmıştır. Bir İngiliz subayından ne beklenirse onu yapmış, ülkesinin çıkarlarına hizmet etmiş, adını da askeri tarihe yazdırmıştır. Cehaletin ve yoksulluğun hüküm sürdüğü Arap coğrafyasındaki halın önemli bir bölümünü, başlarındaki “Emir”lerin ihtiraslarını da çok iyi kullanarak, yüzlerce yıldır kardeş gibi birlikte yaşadıkları Osmanlı halkına ve Devletine karşı ayaklandırabilmiştir. Tabi tek başına da değildir. Çöl Kraliçesi namıyla ün salan Gertrude Bell ve bilinen-bilinmeyen çok sayıda İngilizin de katkıları olmuştur elbette.
Peki biz ne yaptık? İşin edebiyatını yaptığımız ancak bunda da pek başarılı olamadığımız ortada. Arap halkıyla maddi olanlar dışında etkili ilişkilerimiz olduğunu ben şahsen söyleyemem. Kendi içimizde olanlar ise son derece karmaşık. Ya da anlaması ve de anlatması son derece zor. Ben bu yazıda sizlere konunun bir yönünü kendimce anlatmaya çalışacağım. Tarihçi olmadığım için hatalı isem kusuruma bakmayın ve lütfen içeriğe, anlama yoğunlaşın.
Gelin şimdi Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı önemli bir icraattan bahsedelim. Bir de Mustafa Kemal’in Mark Twain Enstitüsü tarafından Büyük İskender, Jül Sezar ve Napolyon Bonapart ile birlikte insanlık tarihinin dört büyük askeri strateji dehalarından biri olduğunu da hatırlayalım. Osmanlının yetiştirdiği bir Türk subayı olan Atatürk, ordunun silah gücünün yanı sıra imajının da ne kadar önemli olduğunu çok iyi bilen bir liderdi. Kendi giyimine çok dikkat ederken ordunun subaylarının da giyimine önem verirdi. Ordunun, özellikle de subayların imajının temel unsurlarından biri de kıyafeti yani üniformasıydı. Bu nedenle subay üniformaları başta olmak üzere, Türk silahlı Kuvvetleri’nin üniformalarını dönemin moda ikonu olarak kabul edilen Fransız moda tasarımcısı Coco Chanel’e yaptırmıştı. 1930’ların başında tasarlanan üniformalar 1945 yılına kadar kullanıldı.
Atatürk’ün Türk silahlı Kuvvetleri üniformalarını ünlü bir modacıya tasarlatmasında Lawrence’ın etkili olduğunu düşünürüm. Çünkü Lawrence, askerlerin, özellikle de subayların üniformaları ve itibarlarının ne derece önemli olduğunu hepimizin aklına kazıyan isimdir.
Lawrance’ın o dönem için yoksul olan Arap halkına şöyle bir duyuru yaptığı söylenir:
"Osmanlı zabitlerinin (subay) üniforma düğmeleri altın kaplama olup her kim zabit düğmelerinden beş adet getirirse, bu düğmeler, iki İngiliz lirasına satın alınacaktır.”
Evet “iki İngiliz lirası” için neler olduğunu tahmin etmek güç değil. Osmanlı zabitlerinin üniforma düğmelerini alabilmek ve “iki İngiliz lirasına” kavuşabilmek için gayret gösterenler zabitleri ısısız yerlerde soymaya çalışırlar önceleri. Sonraları sokak ortasında üniforma düğmelerini sökmeye kalkarlar. Bazı zabitler beş düğme ya da “iki İngiliz lirası” için şehit edilir. Zabitler zamanla üniforma giymemeye başlarlar. Üniformanın ve zabitin itibarı zedelenince de haliyle ordunun saygınlığı Araplar arasında yok olur. Lawrence’ın yaptığını gördünüz mü? Bir yalan ve “iki İngiliz lirası” ile koca bir orduyla yapamayacağı şekilde zarar vermiştir Osmanlı ordusuna.
Bunları neden anlattım sizce. Lawrence’a bakıyor, gözlerimin önüne gelen sahnelerden dehşete düşüyor ve çok üzülüyorum. Sonra bir de askeri strateji dehası Atatürk’e ve vizyonunun genişliğine bakıyor hayran oluyorum, gurur duyuyorum. Sonra 15 Temmuz hain darbe girişiminde suçsuz olduklarına adım gibi emin olduğum Harp Okulu öğrencileri, savunmasız bir şekilde katledilişleri ve müebbet ile cezalandırılmış olmaları aklıma geliyor. Kahroluyorum. İşkence görmüş subay ve generallerin görüntülerinin halen internette dolaşıyor olmasını içime sindiremiyorum.
Hemen her gün karşılaştığım ve her görüşümde beynime kan sıçratan öyle bir şey var ki aklım mantığım almıyor. Anlatmaya çalışayım.
27 Temmuz 2016’da Genelkurmay Başkanlığı resmi internet sayfasında bir açıklama yapılmıştı ve darbe girişimine katılan asker sayısı 8651 olarak açıklanmıştı. 1676 er-erbaş ve 1214 askeri öğrenciyi (ki bunların suçsuz olduklarını düşünüyorum) çıkarınca geriye kalan rütbeli (general, subay, astsubay, uzman erbaş) sayısı 5761 oluyordu. Şimdi benim eski bir asker olarak da anlamadığım, 15 Temmuz 2016 sonrası TSK’dan çıkarılan rütbeli asker sayısı yaklaşık 17 bin. Aradaki farkın hain darbe girişimine katılmamış olması ayrı bir muamma, çoğu uzunca bir süre görev yaptı ve görevde olduğu belirtilen “kripto” sayıları son derece uçuk. Bu konuyu ayrı bir yazıda değerlendirmek üzere burada bırakayım. Benim kanımı donduran hususa geçeyim.
Hemen her sabah askere operasyon yapılıyor. Operasyonlarla bir bölümü muvazzaf yani görevi başında olan askerlerin çoğunluğu evinden ya da işyerinden gözaltına alınıyor. Henüz gözaltı aşamasında medyanın büyük bölümünde “FETÖ’nün TSK yapılanmasına operasyon” veya “FETÖ üyesi askerlere operasyon” başlıkları atılıyor. Masumiyet karinesi ayaklar altına alınıyor, yargı organları hiçe sayılıyor ve TSK’ya büyük bir zarar veriliyor.
Asıl kahredici noktalardan biri de hemen her sabah askerlere operasyon haberleri “üniformalı ve kelepçeli” fotoğraflarla birlikte veriliyor. “Kelepçe takılmış üniforma” fotoğraflarında üniformanın içinde kimin olduğu sonraki meseledir. Kelepçe takılan ve itibarı zedelenen öncelikle üniformadır.
Bir an için Lawrence’ı da hatırlayarak ne yaptığınıza dışarıdan bakar mısınız ey medya kuruluşları. Ne yapıyorsunuz Allah aşkına? FETÖ ile mücadele edeyim derken Lawrence’a benzediğinizin farkında mısınız? En azından benim gözümde farkınız kalmadığını bilin isterim.
Lawrence’ın hayaletleri değil bunu yapanlar. Bilerek veya bilmeyerek Lawrence çizgisinden giden ete kemiğe bürünmüş cehalet maalesef.
Bu yaşananların hayalden, yaşatanların da hayaletten ibaret olmasını çok isterdim…