Mâh-ı Muharrem
Muharrem ayındayız. Matemimiz var bizim. Her yanımız Kerbela her ferdimiz varis-i Hüseyin’dir. Zalimlere inat mazlumların yanındayız. Ne olursu olsun 14 asırdır Hak uğruna haklıdan yanayız. Hani demiş ya şair “Bizler Muharrem ayının geldiğini kana kana su içerken annemizden yediğimiz zılgıttan anlardık” diye, bu ay matem ayıdır. Bu ay hüzün ayıdır. Bu ayın mateminin mezhebi, meşrebi olmaz. Bu aydaki matemin tek dayanağı Hazret-i Muhammet ve evladına olan muhabbettir. Kerbela hüznü bir mezhep yahut bir meşrep hüznü değildir. Kerbela hüznü bir vicdan hüznüdür. Vicdanımız kurumadı, kalplerimiz taşlaşmadı ise hüzünden payımızı almalıyız.
Mehmed Âkif’in 12 Rebiülevvel 1331 (19 Şubat 1913) gecesi yazdığı “Pek Hazin Bir Mevlid Gecesi” isimli şiirinde her hüzünlü zaman dilimini Muharrem ayına benzeterek şöyle diyor;
Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed,
Aylar bize hep Muharrem oldu!
Akşam ne güneşli bir geceydi...
Eyvah, o da leyl-i mâtem oldu!.
Bugün yaklaşık iki milyar Müslüman için başta Filistin’de, Suriye’de, Yemen’de, Doğu Türkistan’da, Myanmar’da, Afrika’da, hatta Avrupa’da milyonlarca Müslüman büyük acılar yaşıyor, aşağılanıyor, horlanıyor; milyonlarcası da mülteci durumuna düşürülmüş. İslâm medeniyetinin merkezleri birer birer yok ediliyor, müzeleri, kütüphaneleri, arşivleri talan edilerek hafızası siliniyor. Bizler olup bitenleri çaresizce seyrediyoruz.
Evet son çeyrek asırda İslam alemi için adeta bütün aylar Muharrem oldu. Neden böyle olduğunu yaşadığımız dünya ve ahiret görüşümüzü derin bir tefekkür ile tahlil etmeli, dinimizin bizlerden istediği birlik ve dirlik şuurumuzu sorgulayarak hatalarımızı bulup gidermeye çalışmalıyız.
Müslümanlar her yıl on Muharremi büyük bir hürmet, hüzün ve ümitle yâd ederler. Hürmetimiz, bugünde Hz. Âdem (a.s.)’dan itibaren pek çok peygamberin yaşamış oldukları aziz hatıralarına, hüznümüz, başta Hz. Hüseyin efendimiz olmak üzere çoğu Ehl-i Beyt’ten yetmiş sahabenin Kerbela’da şehit edilişlerine, ümidimiz de bu elim olaydan dersler alınarak Müslümanların birlik, dirlik ve kardeşlik şuuruna kavuşabilmelerinedir.
Peygamber Efendimiz Muharrem ayını “Allah’ın ayı” olarak nitelendirmiş ve ramazandan sonraki en faziletli orucun bu ayda tutulan oruç olduğunu bizlere bildirmiştir.
Hazreti Ayşe (r.aha) İslâm öncesinde, Mekke halkının oruç tutmakta olduğu aşure gününde peygamberimizin de oruç tuttuğunu bildirmektedir. Allah Resulü Medine’ye hicret ettikten sonra da bu orucu tutmuş ve müminlere de Muharremin onuncu günü ile birlikte, bir gün öncesi veya sonrası ile oruç tutmalarını tavsiye etmiştir. Sevgili peygamberimiz “Ramazan orucu dışında en faziletli oruç, Allah'ın ayı muharremde tutulan oruçtur. Farzlar dışında en faziletli namaz da gece namazıdır.” Buyurmuşlardır.
Muharrem ayının önemli özelliklerinden biride Hicri takvimin ilk ayı olarak kabul edilmesidir.
Hicri takvim İslam Tarihi açsından önemli hadiselerden biri olan Hicreti esas almaktadır. Hicret sadece peygamberimizin hayatında vuku bulan bir olay değildir. Kur’an-ı Kerim önceki peygamberlerin ve onlara inananların da hicret etmeye zorlandıklarını bildirir.
Kameri aylardan Muharrem ayının onuncu günü, Aşure günüdür.
Bugünde birçok Peygamberin hayatında önemli olaylar vuku bulmuştur. Dini kaynaklarda zikredildiğine göre; Bugün, Hz. Ademin tövbesinin kabul edildiği, Hz. Nuh’un gemisinin Cudi dağına oturduğu, Hz. Yunus’un balığın karnından kurtulduğu, Hz. Musa ve Hz. İsa’nın doğduğu, Hz. Musa’nın ve kavminin Firavunun zulmünden kurtulduğu, Hz. Yakup’un oğlu Hz. Yusuf’a kavuştuğu gündür. Bu sebeple Aşure günü bütün dinlerde ve en son din İslam Dininde önemli bir yere sahiptir.
Hz. Peygamber’in vefatından 50 sene sonrasına kadar Müslümanların kutlu bir zaman dilimi olarak kutladıkları Aşure gününe 10 Muharrem 61’de (10 Ekim 680) büyük bir hüzün karışmıştır. Hz. Hüseyin ile aile fertleri aşure gününde Kerbela’da şehit edildiler. Artık bu olaydan sonra Müslümanlar için Muharrem ayı bambaşka bir anlam kazanmış, bu tarihten sonra aşure gününde sevinç ve mutluluktan ziyade acıyı hisseder olmuşlardır.
Muharrem ayı bütün Müslümanların ortak acısı, İslam tarihinin yürek yarası olan Kerbelâ olayının yaşandığı aydır.
Kerbela, çetin bir imtihanın ve derin bir hüznün adıdır. Bugün Kerbela denince bağrı yanan, Hz. Hüseyin anılınca “Ah!” çeken her Müslüman, Kerbela’yı doğru anlamalı ve ondan ibretler, dersler çıkarmalıdır.
Bugün Müslümanlara düşen görev, bu gibi olayların tekrar yaşanmaması için gerekli tedbirleri almaktır. Muharrem ayında Kerbela olayı yad edilirken aşırılıklardan kaçınarak yeni hüzünlere ve düşmanlıklara meydan verilmemelidir.
Yeni Kerbela’lar yaşamamak için, aynı imanı, aynı acı ve özlemi taşıyan kalplerimizi birleştirmek, gönüllerimizde birbirimize yer açmak, ortak acılarımıza ve çözüm bekleyen sorunlarımıza ferasetle, basiretle, sorumluluk ve duyarlılıkla yaklaşmak, bizi biz yapan mukaddes değerlerimiz etrafında kenetlenmek, Hz. Hüseyin’in asaletini ve güzel ahlakını kendimize şiar edinmek asli grevlerimiz olmalıdır. Bu vesileyle şehitlerin ulularından Hz. Hüseyin Efendimiz başta olmak üzere Kerbela’dan bugüne kadar, hakikat, hürriyet, izzet ve mukaddesat uğruna canlarını feda eden bütün şehitlerimizi, rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyorum.
1446 hicri yılının birliğimize ve beraberliğimize, İslam âleminde akan kan ve gözyaşlarının dinmesine vesile olmasını Allah’tan niyaz ediyorum. Kalbinizden Hz. Muhammed muhabbeti, Ehl-i Beyt sevgisi eksik olmasın.
Yazımı bir Ayet-i kerime meali ile bitirmek istiyorum.
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayınız. Hani siz birbirine düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân; 103)
Fahri SAĞLIK
Emekli Müftü