Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile inşa edilen “Tek Adam Rejimi”, iflas etmekle kalmamış, Türkiye’yi de iflasın eşiğine getirmiştir.
Söz konusu iflas; yaşadığımız derin ekonomik krizlerden ibaret değildir. Yolsuzluk, yoksulluk, usulsüzlük, hukuksuzluk, keyfilik, ayırımcılık, ırkçılık, dinbazlıktan da ibaret değildir. Benzer krizleri ve uygulamaları geçmişte, özellikle de darbe dönemlerinde de yaşadık.
Türkiye’nin en büyük iflası, muasırlaşma hedefinden sapmış olmasıdır. Yaklaşık 7 yüz yıldır rotası Avrupa’ya yönelmiş bir ülkenin hedefinden sapması, şüphesiz “parçalanmak” dahil büyük riskleri de içermektedir.
Cumhuriyet projesi de modernleşme ve muasırlaşma iddiasıyla hayata geçirilmiştir. Başlangıcında konjonktürel koşullar gerekçe gösterilse de yüz yıllık bir süreçte amacına ulaşmadığı halde zikzaklara rağmen rotasından da sapmamıştır.
Örnek alınan Avrupa ülkeleri, cumhuriyet rejimini bu süreç içerisinde demokrasi ile taçlandırmaya çabalarken Türkiye’nin tersine bir istikamete yönelmesini anlamak çok zor.
Oysa meşrutiyet/demokrasi, sadece bir cumhuriyet projesi değil, mevcut iktidarın “ecdadımız!” dediği Osmanlı ile başlatılan bir süreci de içine alır.
Ne oldu da Türkiye, mevcut iktidar marifetiyle rotasını Avrupa’dan çevirerek önce Ortadoğu’ya, sonra da Rusya’ya yöneldi?
Bu köklü değişikliği kurumsal ve dış destek olmadan bir parti iktidarıyla veya Cumhur ittifakıyla gerçekleştirebilmenin mümkün olmadığını biliyoruz.
Bu durumda yönetim ve iktidarlar, muasırlaşarak demokrasi içinde varlıklarını devam ettiremeyeceklerini bildikleri için mi statükoya ve otoriter sisteme destek vermektedirler?
Yoksa siyaseti ve sistemi yeniden dizayn etmek, muhalefet potansiyelini dağıtmak, iktidar potansiyeline sahip siyasal İslamcı anlayışı bütün çıplaklığıyla deşifre ederek gözden düşürmek için mi?
Böyle düşünmeme neden olan, kurumsal destekle birlikte demokrasi karşıtı cemaatler, dini ve ideolojik gruplar, kitle örgütleri, legal-illegal örgütlü kesimlerin tamamı dolaylı veya dolaysız otoriter sistem etrafında bir ittifak içinde olmalarıdır.
Bu birlikteliği ve güç birliğini “suçlular ittifakı” olarak da değerlendirenler vardır.
Hangi gerekçeyle olursa olsun Türkiye’nin mevcut durumu, ikinci yüzyılına girerken modern cumhuriyet projesiyle örtüşmediği açıktır.
Demokrasi ve medeniyet ile bir bağ kurmak ise imkansızdır. İddiası dahi demokrasiye bir bühtandır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemiyle hukuk devleti, demokrasi ve muasırlaşma iddiası tamamıyla çökmüştür. En kötüsü demokratik siyaset geleneği tamamıyla yıkılmış, demokrasi geleneği enkazın altında can çekişmektedir.
Demokrasi iddialarını gerileten, zayıflatan ve yok olma derecesine getiren esas neden otoriter siyasetin partiler ve toplum tarafından içselleştirilmiş olmasıdır.
Türkiye’yi iflasın eşiğine getiren de bu gerçekliktir.
Bu gerçeklik, bütün çıplaklığıyla ortadayken ve her geçen gün ülkemizin aleyhine işleyen bir çöküş söz konusuyken otoriter sisteme ve Tek Adam rejimine kurumsal ve toplumsal desteğin devam etmesi hayret vericidir.
Bu desteği haklı çıkaracak bir gerekçe bilmiyorum. Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin doğru veya düzeltilecek bir tarafının olduğunu da düşünmüyorum.
TBMM başta olmak üzere yasama, yürütme, yargı, medya, eğitim-sağlık, üniversiteler, emniyet-güvenlik, iş-istihdam, geçim, hayat pahalılığı gibi ekonomik-sivil ve siyaset alanlarında iktidar sözcülerinin söylediklerinin hangisi doğru?
Sistemin ve statükonun ahvalini anlamamıza yardımcı olacak şu kıssadan payımıza bir hisse düşeceğini sanıyorum:
Adam arkadaşına kurbanın hikâyesini anlatıyormuş; "Hz. Süleyman’ın bir kızı varmış, götürmüş kurban etmeğe, tam kurban edecekken, Azrail gökten bir keçi getirmiş, onu kurban edip kızından vazgeçmiş. İşte bu kurban oradan kalmadır."
Kulak misafiri olan diğer bir kişi; “Kardeşim” demiş, "ben bunun neresini düzelteyim, o Hz. Süleyman değil Hz. İbrahim’di, Azrail değil Cebrail’di, keçi değil koçtu, kızı değil oğluydu.”
İktidarın yalan ve yanlışlarını düzeltecek bir siyasi muhalefet arıyoruz. Muasırlaşma iddiasını yıkan ve medenileşme projesini yırtıp çöpe atan cumhur ittifakına karşı demokrasi ittifakına ihtiyacımız var.
Türkiye’nin iflasını önleyecek olan da demokratik siyaset ve demokrasiye geçiştir.
Peki, demokrasiyi şiar edinmiş partiler var mı? Varsa neredeler?
Devleti, milliyetçiliği, dinbazlığı, hamaseti değil, demokrasiyi, özgürleşmeyi, eşitliği, adaleti, hukuku, nitelikli eğitimi, işi, aşı, istihdamı, kalkınmayı adres gösterecek proje sahibi liderler arıyoruz.
Erdoğan düşmanlığı, krizleri ve iflası önlemek için çözüm değildir. Muhalefet için artık projelerle açılım yapma zamanıdır.
Çöküş ve iflas başka türlü engellenemez.
Abdulbaki Erdoğmuş