Eğrilmez başımın dikilmez sancağı, kalbimin iğneyle kuyu kazan, ucu kırık iğnesi, yüreğime batan dikenlerin, güle dönmesi, arzu ve temennisi ile kaleme alıyorum, sözlerimin dilimin uçurumlarından düşmesine müsaade etmediğim uzun zamandan sonra, yazmasam olmazdı diyerek, yazıyorum.
Ey benim zavallı mekânım ve çağım. Kandilim ve karanlığı yayan çer ağım, içimde zifiri bir ışık huzmesi, hüzünler parıldıyor, gözlerimin siyah aynasında, neler oluyor “Yaşantı fenomenine” ölesiye bağlı ölüler, orkestrasında.
Kravatlı ormanlar, koltuk altlarında helali taşımak yerine koltuk üstünde harama kurulanlar ve yeşil cübbeleri içerisinde ki cüceler arasında, yüce bir söylemek gerekliliği doğmuştur. Siz baharsanız, siz yaşarsanız, bilin ki ben ölüyüm. Akıl bunu gerektiriyor, düşünce ve hesap bunun olmasını sizlere salık veriyorsa, ben deliyim. Yaşamın doğası, yeşilliği bu ise çorağım. Bazı başlara bakınca, karıştırıyorum sanki çorabım.
Yıllar yılı halis kalplerin haline bakıp, kaybolmuş ihlasın sürüklediği iflasın manzarasını “ıslak oklar” fırlattım, anlatınca anlamayanlar, ağlayınca da anlamazlardı, anlamadılar da, Yanlış anlaşılmasın artık ağlamıyorum, çünkü “suları ıslatamayanlardanım”…
Eğri büğrülükleriniz, böğrümüze dünya gibi oturdu. Kaldık ağrıttığınız ağrılar altında, göğüs döşeğinde kalp, “Saflaşmak” dediniz birlik için, dirlik için, “Saflaştınız” ama “Safsatalarda” büyük göbekli marullardan, maydanozlardan malul “Amerikan Salatalarında” doyurduğunuz, açlığınızın gazlarını hangi medeni bahaneler ve madeni sodalar eşliğinde hazmettiniz.
İnancınızca “Hizmettiniz” ama düşüncemce “Hezimettiniz” hüküm ettiğinize mahkûm nasıl edildiniz? Her gün daha nasıl şaşırtabiliyorsunuz, şaşırmaya doymuş bu hali? Hangi silahlı kuvvet yaptı size bu ihtilali, ne işgal etti benliklerinizi diye sormalı değil misiniz? “İnsan iştigal ettiği şeyle işgal edilir.” diye işitmiştim taş duvarlardan ya da tam hatırlamıyorum, belki de çuvala sığmayan mızraktan işitmişte olabilirim.
Arş’a doğru kürsü de bir serüven olmalı değil miydi bizimkisi? Arş’ı ve kürsü unutup, bursa meraklı öğrenciler olmadık mı? Kevni ayetleri ile hakikatin öğrencisi olmak varken, bir kerevin bile görevini yerine getirdiği, anda niçin zamanın ağlarına takıldık, niçin ortamın ağalarına köleliği seçtik, hürriyeti varken “Akıl etmenin…”
Sormalı değil miyiz? Ne zaman bu “ihlaslı cehaletten” mezuniyetimiz? Anlayın lütfen artık, yok hiçbir hataya karşı kabul etme mahkûmiyetiniz?
Kümeyse mesele; girdiniz o dört köşeli kümese ve yumurtladınız, yemlendiğiniz her yem gereğince biraz farklıydınız, “Gıdak” demek yerine “Gırtlak” demeyi tercih ettiniz? Önce boğaz sonra niyazın cevazını veren hocanın cübbesi altına saklandınız.
AK’ınıza sarınızı karıştırmadınız, dünya ile ahireti birbirine karıştırmadan, doğruyu bulmak üzere aklınızla vicdanınızı tartıştırmadan, yaşamaktan ne anladınız? Yalanı yalanla yarıştırarak, gerçekten bilmediğimiz bir doğruya mı ulaştınız?
Tesislere ve tesirlere esir olanların, kümesinde iktidar, kafaları koparıp, kendi ürünleri olan kafalar takma çabalarına girerler. Hatta kümesin iktidarı, kafanızı uçursa beyaz kefen (pardon) beyaz tüy (huy)’larınızla hazırdınız? Bir horozlanmaya kanmış olabilir misiniz?
Mizansen odur ya; Mecnun yıllar yılı, göğsünü yakıp kavuran aşkın vuslatı için, çöllerin tozu, yolların özü olana kadar ayaklarını ve kalbini sürüyerek, susuzluğunu ve çöl gecelerindeki yalnızlığına sarılarak, Leyla'nın kapısına varır…
Çölün kumlarının kavurduğu, dermansız parmak uçları, heyecanın avlusu olmuş gözleri ile kapıyı çalar.
Yüreği ağzında bekler ve kulağına düşen adımlar kapıya yaklaştıkça, göğsünde bir deprem yaşayarak, bekler.
Ne mi olmuştur? Kapı açılmıştır.
Yalnız kapıyı açan “Ferhat” tır.
Belki biraz anlamaya gayret ettiğim zaman, sizleri anlayabilirim. Ey can sevdasında ki, yürekli insanlar. Yıllarca solun ya da sağın, unun veyahut yağın, kuyruğun, silahlı buyruğun, jopun arasında bir hakikati “Mevla” aradınız, ama kapıya vardığınızda kapılarınızı “Meblağl”ar açtı.
Fıtratlar genel olarak fırsata meyleder. Su bile yokuş yukarı değil aşağı doğru akar. Oysa insanı insan kılan şey ise kolaya değil, kurala göre hareket etmektir.
Hangi kural ya da Kral ki; Tilki’leri kümese bekçi yapar ?
Bence sorunun cevabı; basit… “ALEYNA”