YENİDEN DOĞDUK
61 yıl sonra Suriye halkı işte böyle haykırıyordu.
“Elhamdülillah yeniden doğduk”
Eşim 2005 yılında emekli olup yerleşik hayata geçtikten sonra İHH İnsani yardım Vakfın da gönüllü çalışmaya başladım.
Yurt içinde, yurt dışında birçok yardım faaliyetlerinde bulundum.
Ve gördüm ki, bu dünyada kendi hayatımız dışında ne çileli hayatlar yaşanıyor ne çok acılar çekiliyor.
Her şey TV ekranlarında, sosyal mecralarda göründüğü gibi değil.
Bizzat yerinde görmek, yaşanılan acıları bizzat yaşayanın ağızlarından dinlemek çok acı ve yaralayıcı.
İşte bu yüzden 2020 yılında gördüğüm dinlediğim zulümleri yazmaya başladım.
Romanımın ismini de “YASI TUTULAMAYAN HAYATLAR” koydum. Tam bir yıl da yazdım 2021 yılında Çınaraltı yayınlarından neşredildi raflarda yerini aldı.
2021 yılı ülkemizde ne yazık ki, faşist ırkçılık söylemlerinin tavan yaptığı bir dönemdi. Çevremde bulunan dostlarımın bazıları beni uyardılar. Ülkemizde bu denli Suriye düşmanlığı çoğalmışken senin romanın okunmaz dediler.
Bu uyarılara kulaklarımı tıkadım çünkü benim amacım;
Ne meşhur olmak nede para kazanmaktı.
Ben Hz Ali’nin (ra) “Zulme engel olamıyorsanız onu duyurun” sözüne intiba ederek, sınır bölgelerinde ve yardım götürmek için gittiğimiz İdlib Atme çadır kentlerde yıllardır kışın dondurucu soğuğunda, yazın kavurucu sıcağında yaşam mücadelesi veren Suriye halkının çektiklerini yaşadıklarını kendi vatandaşlarımıza ve dünyaya duyurmak ve Suriyeliler ile alakalı ön yargılarını kırmaktı.
Beş metre kareye sığan çadırlarda ne dramlar yaşanıyordu.
Şam’da, Halep’te, Hama ’da Humus’ta, Münbiç’de kocaman bahçeli evlerini, güzel işlerini bırakıp küçücük çadırlarda yaşam mücadelesi veren, çocukları kışın dondurucu soğuğunda üşümesinler diye karton kolilere koyan ve sabah uyandıklarında evlatlarının donmuş cansız bedenleri ile karşılaşan anne babalar. Ne büyük acı ya Rabbi……
Bu acıyı yaşamayanlar anlamazlar elbette.
İyi günde kötü günde yan yana omuz omuza olan, bir lokma ekmeği, bir tas çorbayı paylaştıkları, rejim yanlısı komşularının bu kaosu fırsat bilerek kapılarını kırıp evde bulunan kıymetli ziynetlerinin yanı sıra en değerlileri kadınları hatta küçücük kızlarını kaçırıp tecavüz ettiklerini gözyaşları içinde dinledikten sonra;
“Niçin savaşmıyorlar ülkelerini terk ediyorlar” sorusunun cevabı verilmiş oluyordu.
Suriye’de Esad rejimi 61 yıldır halkına zulmediyordu. Orada kanun nizam işlemiyordu. Rejim güçleri keyfi uygulamalarla, gözüne kestirdiği iş adamlarının mal varlıkları üzerine uyduruktan suçlar isnat ederek çöküyordu.
Evlerinden, sokaktan erkek, kadın, çocuk demeden sorgusuz sualsiz alıp götürüyor, salıverme karşılığında yüksek meblağlar fidyeler isteniyordu.
Kocasını, oğlunu, gelinini, hatta torunlarını kurtarmak için mal varlıkları yok pahasına rejim güçlerine bırakılıyordu.
Peki salıverilenler özgürlüğüne kavuşuyor muydu?
Elbette hayır.
Birkaç gün içinde illegal yollardan ülkeyi terk edebilenler kaçıyordu vatan topraklarından, kaçamayanlar tekrar tutuklanıyor ve kendilerinden bir daha haber alınamıyordu.
2014 yılında Anadolu yakasında bir panele gitmiştim konu; “Suriyeliler ülkelerini neden terk ediyorlardı”
Hiç unutmam hatırladıkça hala burnumun direği sızlar.
Suriyeli Bir bayan çıktı tercümanın çevirisi ile gözyaşları içinde anlatmaya başladı.
“Esad rejimi altında yıllardır tedirgin bir hayat yaşıyorduk. Güne uyandığımızda hiçbirimiz o gün ne yaşayacağımızı bilmiyorduk. Bir sabah tahta bahçe kapımız gürültüyle kırıldı. İçlerinde komşularımızın da olduğu bir gurup askerler küfürler ederek içeri daldı evi talan ettiler yağmaladılar. Korku dolu yalvarmalarımıza aldırış etmeden bizi dövdüler ve eltimin daha 9 yaşında olan kızını alıp götürdüler. Peşlerinden koştuk ama nafile dipçikle başlarımıza vurarak bizi bayılttılar.
Şikâyet etmeye bile korktuk çünkü eve gelen rejimin askerleriydi. Bir yıl sonra kapıda bir inilti duyduk kapıya koştuğumuzda eltimin küçük kızı boş gözlerle bize bakıyordu. Saçları tıraş edilmiş, tırnakları dişleri sökülmüş ve defalarca tecavüz edilmiş. Çişini tutamıyor alt tarafından sürekli kan geliyordu ve o bölge yanıktı. Yaşadıkları yüzünden aklını kaybetmişti. Çok yaşamadı öldü.”
Diğer bayan ise İlaç depoları olan varlıklı bir aileye mensuptu. Eşini iş yerinde sebep göstermeden tutuklamışlar, iş yerini devrettiğine dair belge imzalatmışlar birkaç gün sonra zindan da intihar etti diye haberi gelmiş. Damadı bu ölümü araştırmak istemiş onu da sokak ortasında rejim güçlerine karşı geldi diye vurarak öldürmüşler. Kızımın torunumun elinden tuttum namusumuzu kurtarmak için günlerce yürüdük sınırdan geçtik. Türkiye’ye sığındık yoksa bizim sonumuzda cezaevi olacaktı diye anlatmıştı.
Ölüm kurtuluştu, ölümden korkusu olmayan bu insanlara özellikle kadınlara.
Asıl ölüm cezaevlerine kapatılmaktı.
Çünkü orada işkence vardı, tecavüz vardı kadınlar üzerinde insanlığa sığmayacak uygulamalar deneniyordu.
Suriye’nin en kötü cezaevlerinden bir olan Seydnaya da yerin kaç kat altında erkek ve kadınlara akıl almaz işkenceler uygulanıyordu.
Vücutlarına elektrik veriliyor, ucu sivri topuzlarla bedenleri dövülüyor, saatlerce günlerce askıda kalıyorlardı.
İşkencelere dayanamayıp ölen erkek ve kadınların cesetleri üzerinde kadın mahkumlar çırılçıplak dans etmeye zorlanıyor sonrasında da malum izzetlerine onurlarına dokunuluyordu.
Oturmaya bile yer olmayan daracık odalarda elli atmış kadın tutuluyor tuvalete bile gitmelerine müsaade edilmiyordu.
Tecavüz sonrası hamile kalan kadınların bebekleri doğum yaptıkları an ellerinden alınıyor akıbetleri belli olmuyordu.
İşte “YASI TUTULAMAYAN HAYATLAR” Romanımda, Doktorluk mesleğini çok seven, ettiği Hipokrat yeminine sadık kalarak, rejim güçleri tarafından evlerinin önünde dayak yiyen bir gurup gence yardım ettiğinden dolayı rejimin kara listeye aldığı Dr. Ahmet’i ve ailesini anlattım.
Aslında Rejimin Suriye’nin köklü ailelerinden olan Ahmet’in babasının mal varlığında gözü olduğunu bu olayı bahane ederek Ahmet’i fidye karşılığında salmak için babasının bütün servetini elinden aldıklarını, Ahmet ile karısı Esma için cezaevlerinde karanlık günlerin başladığını yazdım.
Bu romanla ülkemizde faşist söylemlerin önüne geçmek, ön yargıları kırmak istedim. Suriye’de yaşanan zulmü kaleme alarak tarihe not düştüm.
Üç yılda birçok kitap fuarlarına katıldım. Birçok söyleşiler yaptım.
Okullarda öğrenci yazar buluşmaları gerçekleştirdim.
Romanımı okuyan ve yorumları ile geri dönüş yapan okurlarımın yorumlarından gördüm ki; Çok şükür amacım hasıl olmuş, ön yargıları kırmışım.
Kitap fuarlarında “Suriye’yi anlatıyorsa kalsın “diyen okurlarımı ikna ettikten sonra onlardan gelen yorumlar muhteşem.
Göz yaşları arasında okuduklarını belirtiyorlar ve niçin vatanlarını terk etmişler bu romanı okuduktan sonra anladık diyorlar.
Evet son 13 yılda Suriye’de Esad rejimince insan aklına sığmayan zulümler işlendi. Halk namusunu, onurunu, izzetini korumak için ülkesini terk etti. Türkiye’ye ve Avrupa ülkelerine sığındı.
Ülkelerinden uzakta, çadırlarda doğan çocuklar 13 yaşına geldiler.
Muhalif guruplardan oluşan Özgür Suriye Ordusu ve HTŞ ile Suriye artık özgür.
Türkiye’de yaşayan yurtlarından edilen Suriyeliler Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanımıza teşekkür ederek ülkelerine dönüyorlar.
Seydnaya ve Adra cezaevlerinde yerin üç beş kat altında kalan mahkûmlar da özgür.
Onlarla birlikte tecavüz sonucu doğan Günyüzü görmemiş, karanlığa mahkûm edilmiş çocuklarda özgür.
Onların yaraları nasıl sarılır, yaşadıkları travmalar nasıl kapanır bunu yaşayıp göreceğiz.
Lakin ZALİM Esadlar tarihte her daim kara birer leke olarak kalacaklar.
Allahtan dileğim iki cihanda da zelil olsunlar.
Cehenneme ilelebet yakıt olsunlar.
Rabbimden talebim; Filistin’in, Doğu Türkistan’ın, Miammar’ın, Patani’nin özgürlüğe kavuştuğu günleri tez zamanda görürüz inşallah.
Selam ve dua ile
Aynur YAVUZ