HARBİ BARBİE

6-7 yaşlarımdayım… O zamanlar Balıkesir’de 2-3 tane oyuncakçı var benim bildiğim. Biri meşhur Milli Kuvvetler Caddesi üzerinde, diğeri Lonca’da. Sonuncusu da o zamanlar aktif olarak çalışan Hayvan Hastanesi (ki o tarihlerde bile sayıları çok az olduğu için biz şanslı şehirlendendik) yakınındaki nispeten fiyatları daha uygun olan oyuncakçı amca… Dedemin evinin yolu üzerindeydi burası. Neredeyse her hafta önünden geçerdik. 

Yine bir yaz tatili sabahı dedemin evine giderken oyuncakçı amcanın vitrininde bir bebek dikkatimi çekti. Annemin elini çekiştirerek bir müddet inceledim. Tekli kutuda bir bebek. Kutunun üzerinde “Barbie” yazıyordu. Sarı saçları, renkli çizgili tişörtü ve pembe eteği ile çok arkadaş canlısı gibi bakıyordu. Çocukluk…

O gün dedemde tüm gün o bebeği düşünmüş olabilirim. Muhtemelen bana her seslendiklerinde ruhen orada olmadığım için işitmedim bile kimseyi… Huy işte, bir işe odaklanmaya göreyim… Belki de yazarlık o yüzden bana cazip gelmiştir. Odaklanıp detayları hafızaya almak sonradan çok da gelişebilen yetenekler değildir, şayet sizde bir altyapı yoksa…

Neyse… O gün o bebeği vitrinde görmek benim için bir dönüm noktası oldu kendimce… Hayır. Barbie gibi bir genç kız olmayı hayal etmedim.

Barbie bebeğin parasını öğrenecektim. Sonra kendi bayram harçlıklarım, babamın ayrıca verdiği harçlıklar ve tatil harçlıklarımı da toplarsam ne kadar sürede bu bebeğe sahip olacağımı düşündüm. Kendimce hesaplar yaptım. Şayet oyuncakçı amca düşündüğüm paraya satıyorsa ortalama 6 ay içinde bebek benimdi.

Çünkü babama gidip “Bu bebeği bana alır mısın babacığım?” diye ağlamak hiç benlik hareketler değildi. Çocukluğumdan beri tanıyanlar bilir, ağlayarak birine iş yaptırmayı zavallılık olarak görüyorum.

Hayal kurmayı da ihmal etmedim. Onun bir bebek, kendimin ise bir birey olduğumu bilecek kadar gerçek evrende yaşıyordum. Asla böyle kendini Barbie bebek gibi veya onun kıyafet ya da eşyalarına sahipmişim gibi çarpıtma hayallerim de olmadı. Benim hayalim, canım annemin (Allah gani gani rahmet eylesin) ona dikeceği renk renk kıyafetlerdi… Biliyordum ki hangi kıyafeti olsun istesem annem onu istediğim modelde, istediğim renkte dikecek veya örecekti…

Bu şekilde hesaplar ve hayallerle gün bitti. Biz dedemden dönerken oyuncakçı dükkanı kapalıydı ve vitrin de karanlıktı. Yanından geçerken bebeğin vitrinde olduğunu gördüm sadece…

Dedeme bir sonraki ziyarete en önce kim hazırlandı dersiniz? En ön sıradan. Elbette ben… İçim içime sığmıyor. “Oyuncakçı amca belki indirim yapar, belki tahmin ettiğimden ucuzdur…” diye diye, hoplaya zıplaya yürüdüm dedeme doğru… 

Hayvan Hastanesi’nin önünden geçerken bahçesindeki yaşlı pelikana seslendim: “Hey, biliyor musun, Barbie bebek kaçaymış onu sorucaz birazdan, ay çok heyecanlıyım!” diye…

İçim cıvıl cıvıl…

Biz dükkandan çıktığımızda omzum düşük, alt dudağım şişik, biraz da oyuncakçı amcayı insafsız görerek burnumdan soluya soluya dedeme gittim.

Niye mi? Ben hesaplıyorum 20₺, bebek çıkıyor 60₺. Yuh! Benim bebek alabilme hayali uzun vadeye dağılıyor.

Ablamla harçlıkları birleştirmeyi düşünsek de bebeğin parasını karşılayabileceğimizi her düşündüğümüzde bebeğin de fiyatı artmış olmuyor mu… Tam bir hayalkırıklığı…

Bir müddet sonra asıl isteğimin bu Barbie bebek olmadığını fark ettim. Kendi biriktirdiğim parayla istediğim bir şeyleri alabilmekti asıl derdim. 

Yetişkin gözüyle ise bu yaşadığımın enflasyon canavarıyla ve emperyalizmin tuzaklarıyla ilk karşılaşmam olduğunu söyleyebilirim.

Bebek derseniz bende alası vardı; annem bir sonraki karne hediyesi olarak bana kendi elleriyle tam da istediğim gibi bir bebek dikmişti… Rengarenk ve değişik değişik elbiseleriyle… Bebekten daha büyük hediyeyse annemin vakit buldukça benimle kurduğum oyunları oynuyor olmasıydı. Bunun kıymetini de alanında uzman bir öğretmen olduğumda tam olarak anlayabildiğimi düşünüyorum. 

Bir çocuğun en büyük ihtiyacı, en pahalı ve en gösterişli oyuncak değildir. İlerleyen dönemlerde telafi edilemez olan en başat ihtiyacı ebeveyniyle birlikte oyun oynamasıdır. Bir çocuk için sadece hayatın provası değildir oyunlar, beyin gelişimi ve düşünce sisteminin oluşumu için de vazgeçilmezdir.

Barbie bebekleri kızları için birer statü meselesi haline getiren ebeveynleri, şimdilerde onların “luxury” marka alışkanlıklarını eleştiriyorlar, haksız yere…

Elbette pahalı ve moda oyuncakları da olabilir bir çocuğun. Ama anafikir bu oyunları kiminle ve ne çeşitlilikte oynayabildiğidir. 

Yeri geldiğinde hiç oyuncaksız bir ortamda kalıp o sıkılganlıkla yeni oyunlar üretebilmelidir çocuk. Her şeyin tekdüze ve hazır verilip kurgulandığı, her günün birbirinin aynı tempoda ve aynı yerde yaşandığı bir ortamda çocukların beyin gelişimi istenildiği düzeyde gerçekleşemeyecektir maalesef.

Zaman zaman basit materyallerle, çok sade bir ortamda üretkenliklerini gösterebilecekleri özgür bir alan da oluşturulmalıdır. 

“Basit oyuncaklarla oynamıyor bizim çocuk, kenara atıyor, dönüp bakmıyor” diyorsunuz ya, bu ortama yeni bir oyuncak eklenmeden buna dakikalarca ve hatta birkaç saat maruz kaldığında çocuğunuza neler yapabileceği konusunda bir alan açtınız mı hiç? Sessiz, sakin ve sade bir ortamın sağlayabilecekleri, çocuğun gelişimi açısından bazen hazır oyuncaklardan çok daha etkilidir.

Birer Barbie olmayı hayal eden yetişkin çocuklara son bir not: Kime özendiğinizin veya kime benzediğinizin bir önemi yok, aslolan kendinizsiniz. “Marka, insanın kendisidir.”

Dr. Meryem ÇILDIR