Üniversiteye genç bir akademisyen olarak girdiğim yıllardı. Fakültede bir kıdemli akademisyenin odasında çay içiyoruz. Üç kişiyiz. Diğer ikisi benden kıdemli ve muhafazakâr/İslamcı kimliğe sahip kişiler. Hocalar AKP’nin ülkeye yaptığı hizmetlerden, yaptığı köprü-tünellerden demler vuruyor, AKP’ye oy vermeyi dini olarak temellendirecek argümanlar getiriyorlardı.
AKP’ye oy vermek ve savunmanın dini bir vazife olduğunu iddia ediyorlardı. AKP’nin gücünü kaybetmesi halinde kendilerine hayat hakkı tanınmayacağı, İslam’ın AKP dönemindeki gibi rahat yaşanmayacağı tezine sahiptiler.
Yıllar sonra bu iki akademisyenden biri AKP ile ters düştü ve ihraç edildi üniversiteden. İhraç edilen cezaevinde cezasını çekerken, diğer akademisyen ise eski arkadaşının az ceza aldığı konusunda sitemlerini dile getiriyor. Hayatımda ibret aldığım ilginç bir ilkesizlik örneği…
Türkiye mahallelerden oluşur. Her mahallenin putları vardır. Herkes kendi mahallesinin putlarını kutsar ve karşı mahallenin putlarını taşlar. Her mahallenin sakini kendi mahallesinin putunun bütün günahlardan, noksanlardan, hatalardan münezzeh ve müberra olduğunu sanır. Bir eksikliği, hatayı putunun üzerine konduramaz.
Sorgulamadan, düşünmeden kendi putunu savunur ve hiçbir zaman laf ettirmez. Bu put bazen bir yaşam, inanış, düşünce biçimi olduğu gibi bazen de bir fani insan olabilir. Bazen de bir grup, cemiyet veya cemaat olabilir. Evet malesef ki Türkiye sağıyla soluyla kendi müntesiplerinin üzerine toz konduramadığı kutsanmış mahallelerden oluşur.
Bugün bir zamanlar kendimin de belli bir müddet vakit geçirdiğim, içinde güzel arkadaşlar edindiğim, muhafazakâr mahalleyi yazacağım. Muhafazakâr mahallenin sakinleri, genellikle Anadolu insanının dine sıcak bakan veya dini yaşamayı ideal edinenlerinden oluşur. İçerisinde burjuvazi denilebilecek insan tipleri yoktur.
Mütevazi, zor şartlarda yaşamını idame ettirmeye çalışan, çoğunlukla Anadolu’nun köyü kasabasından kopmuş ve uzun mücadeleleri sonucu bir yer edinmiş insanlardır bunlar. Ekseriyetle taşralıdır. Bunu küçümsemek için demiyorum. Ben de çocukluğum kırlarda bayırlarda geçmiş ve taşralılığın karakteristiğini hâlâ barındıran bir köylüyüm.
Gelenekçi ailelerden gelen ve dinin üzerinde önemli bir etkisi olduğu muhafazakâr mahalle sakinlerinde, isyan ve başkaldırı kültürü yoktur. Olayları sorgulama, eleştirme gibi huyları yoktur. Müntesibi olduğu lider, başkan veya her ne isim veriliyorsa şahısın direktifleri sorgulanamaz bir gerçeklik olarak telakki edilip, savunulur. Davalarına olan inançları tahkiki değil taklididir. Davalarına bağlılıkları, sorgulamalar sonucu edinilmiş bir inanca değil, sorgusuz sualsiz kabul edilmiş bir biata dayanır.
Muhafazakâr mahalle kendi içinde cemaat, tarikat, dernek, vakıf vesaire sokaklara ayrılır. Her grup veya cemiyet kendi düşüncelerini anlatma ve kendi propagandasını yapma hakkına sahip olduğu gibi, muhafazakâr mahalle de kendi inandıklarını toplum genelinde yayılması ve toplumun kendi rengiyle boyanması gibi idealleri veya hülyaları vardır. Davalarının özünde İ’lay-ı Kelimetullah yer almaktadır. Yani Allah kelamını yüceltmek, savunmak ve Allah’ın emrettiği şekilde yaşamak denilebilir buna.
Dine yatkın ve sıcak bakan her genç, liseye veya üniversiteye geldiğinde muhafazakâr mahallenin bir sokağında kendine yer bulur. Eğitim hayatı boyunca mahallenin rengini alır. Mahalleye hâkim olan duygu ve düşünceler ile serfirâz olur. Mahallesine hizmet etmeyi dine hizmet etme olarak görüp, kendisini mahallesine adar. Kendisine tevdi edilen her şeyi sorgu süzgecinden geçirmeden, yapılmadığı takdirde dinin yerle bir olacağı bir ferman olarak algılar.
Muhafazakâr mahalle tek bir mahalle olsa da tarikat, cemaat, dernek, vakıf gibi sokaklardan oluşan grupları arasında bir uyum yoktur. Birçoğu birbirini sevmez. Her biri diğer sokaktakinin dine hizmet etme biçimini eleştirir, hatta sapkınlıkla suçlar. Bazılarında bu durum öyle bir hâl alır ki yan sokaktaki aynı mahalle sakini, aynı düşüncelere sahip olmadığı başka bir mahalledekine göre daha sevimsiz gelir gözüne.
Mahallenin sokakları arasında bir uyum olmasa da, mahalle sakinleri ortak müştereklerde ilk defa AKP’nin kurulmasıyla konsolide olmuştur. Çünkü AKP dini referans göstererek ortaya çıkmış, kendini muhafazakâr merkez parti olarak tanımlamıştır. AKP’nin söylemleri, muhafazakâr mahallenin müntesiplerinin gönlünde hoş karşılanmıştır. Artık muhafazakâr mahallenin geneli AKP’nin tabanını oluşturmuştur. Bu taban az sayılamayacak kadar büyüktür ve AKP’yi tek başına iktidara getirmeye yetmiştir.
AKP’nin yaklaşık 18 yılı bulan iktidarı süresince muhafazakâr mahalle ihya olmuş, zenginleşmiş, devlet kadrolarında rahatça yer bulmaya başlamıştır. Bunun yanında muhafazakâr mahalleye gelenekçi muhafazakâr kimlikten uzak ancak mahallenin nimetlerinden yararlanmak istediği için kendini muhafazakâr olarak tanımlayan insanlar da yerleşmeye başlamıştır.
Muhafazakâr mahalledeki refah ve ferah artışı bir güç zehirlenmesine doğru evrilmiştir. Mahalle sakinleri eski dönemlerdeki İ’lay-ı Kelimatullah davasını rafa kaldırmış, bir menfaat devşirme yarışına girişmiştir. Muhafazakârlık, menfaatleri muhafaza etme olarak algılanmaya başlamıştır. Bunu samimi bir şekilde mahallede hayatını devam ettiren küçük bir azınlığı istisna tutarak söylüyorum.
Dava menfaat davası olunca, muhafazakâr mahalleyi adalet, hakperestlik, liyakat gibi erdemler de terk etmiştir. Yollarının peygamber yolu olduğunu iddia ederlerken, hasır üstünde uyuyan peygamberlerini unutmuşlar, kasırlara yakışan hayat sürmeye başlamışlardır. Hz. Ömer’in adaletinden dem vurup, adaletin ırzına geçilirken sessiz kalmayı tercih etmişlerdir. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” fermanını kulak ardı edip, AKP zarar görmesin veya devşirdiğim menfaatleri kaybetmeyeyim diye inandığını söylediği değerler tarumar edilirken gözlerini, kulaklarını ve ağızlarını kapamışlardır. Bir kısmı 28 Şubat sürecinin mağduru olan bu mahallenin sakinleri, 2020’lere yaklaşırken 2020’lerin mağrurları olmuştur. Dolayısıyla 28 Şubat’ın mağduriyeti masumiyetini kaybetmiştir.
İşin özeti; AKP ile birlikte büyük bir güç edinen muhafazakâr mahalle, iktidara gelerek ülke yönetiminde söz sahibi olmuştur. Ancak ilerleyen zamanda bağlı olduğu değerlerini ayaklarının altına almış ve dahi topluma karşı çok kötü bir örnek sergilemiştir. AKP, muhafazakâr mahalleyi ayakta tutan ve dayandığı dinamiklerinin hepsini yerle bir etmiş, muhafazakâr mahalleyi savunmasız bırakmıştır. Artık muhafazakâr mahallenin Türkiye’de yönetime gelebilmek için ne anlatacak hikâyesi ne de dayanacağı değerleri kalmıştır.
Son İstanbul seçiminin sonucu da bir anlamda muhafazakâr mahallenin siyasal anlamda çöküşünün başlangıcıdır. Bundan sonra uzun bir süre muhafazakâr değerlere bağlı bir siyasal oluşumun yönetime gelme ihtimalini uzak görenlerdenim. Çünkü muhafazakâr bir parti olan AKP, 18 yıllık tarihinde, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş hukuksuzluklara imza atmış, devletin genleri ile oynamış ve tamiri uzun yıllar alacak yaralar açmıştır. Hâsılı AKP’nin eylemleri, toplumun dinden de dindarlardan da soğumasına neden olmuştur. AKP’nin sergilediği örnekler ortadayken, toplumun dini referans alan ve dini söylemlere dayalı bir partiyi tekrar iktidara taşımasını yakın zamanda mümkün görmüyorum.
Sonuç olarak geldiğimiz noktada; muhafazakâr mahalleyi adalet, özgürlük, insan hakları gibi evrensel değerler terk ettiği gibi… Helâl, haram gibi dini değerler de terk etmiştir… Mahallenin önemli bir kesiminde Osmangazi Köprü’süne Sırat Köprü’sünden daha ehemmiyet verilir hale gelmiştir… Yaşadıklarıma, gözlemlerime, değerlendirmelerime dayanarak şunu söyleyebilirim… Muhafazakâr mahallede yeterince vakit geçiren her vicdan sahibi mahalleden taşınma konusunda cebri bir tercihte bulunur…
Doç. Dr. Ahmet Gökgöz