Bu sabah oturdum, düşünüyordum. Konuya böyle giriş yapınca düşünce eylemini belirli günlere sıkıştırdığım düşünülmesin. Genelde düşünürüm ama bu sabah, özellikle düşünmeye zaman ayırdım. Yani okula giden bebelerin arkalarında bıraktığı dağınık yığını toparlamaya çalışmıyorum, kahvaltı menüsü de aklımın ucuna gelmiyordu. Sadece düşünüyordum.
Aklımda yankılanan şu cümlenin etrafında sema ederken buldum kendimi. "Önce Ahlak ve Maneviyat!" Bu cümleyi düşünür düşünmez aklıma ilk gelen şey giyim kuşamdaki özgürlüğün ahlakı nasıl bozduğu, maneviyatı nasıl da etkilediği olabilirdi. Öyle ya, bize öğretilen şeyler bunlardı. Dün başörtülü bir teyzenin Kemal Kılıçtaroğlu posterini elindeki çakıyla parçalama gayretini gördüğümde Ahlakın da Maneviyatın da bir metre kare kumaşta olmadığını anladım. İşte bu olay üzerine de düşünme eylemine bile isteye ittim belkide kendimi.
Ahlak biçimde değildi, tavırdaydı. Maneviyat sadece camide değil kendi iç alemimize biriktirdikdiklerimizin söze eyleme yansımasıydı. Zelanda başkanı agnostik ablanın ülkesini anaç tavuk gibi koruma iç güdüsüyle belki, belki derin bir teessürle, terör kurbanlarının yakınları olan acılı aileleri bağrına basmasıydı ahlaki duruş. Bir insanın acısını paylaşmak için, aslında inanmadığı bir dinin emri olan başörtüsünü takması "sizinle aynı şeye inanmasamda, inandığınıza saygı duyuyorum" demekti. Ahlak böyle bir şey olmalıydı.
Maneviyat da yaradılana saygıyla başlıyor olmalıydı. Buradan haksızlıklara karşı boyun eğmek sesi inceltmek sözü eğip bükmek anlamı çıkmamalı. Zalime karşı olan tavır ve Mazluma karşı olan yaklaşım aynı olursa işte asıl burada ahlaksızlık yapılmış olunur. Rabianaz ile ilgili haberleri takip ederken, babasının her şeye rağmen manevi bir olgunluk ve ahlaki bir edeple hak aramasını, karşına dikilenlerin ahlak dışı bahanelerle, maneviyattan zerrece nasiplenmeden (konu bir küçük kız çocuğu olduğu halde!) komediye varan gerekçeleri okuyor ve gözlerimize inanamıyoruz.
İç işleri bakanının meydanlara inmesini oy devşirmek için aslı astarı olmayan suçlamalarda bulunmasını geçtik, tehdit içerikli cümleler sarfetmesini de şaşkınlık ve iğrenmek arası bir hisle izliyoruz. Bize ne oldu, nereye bu gidiş sorularını soran sadece muhalif olmakla değil ihanet suçlamasıyla karşılık buluyor. Muhalefet etmek suç değildir, ihanet hiç değildir! Uzun süreli iktidarlarda bir gevşeme, laçkalaşma olur, muhalefet eleştirileriyle iktidarı sarsmak ve kendine çeki düzen vermesi yönünde uyarmaktır.
Bu yapılmadığı zaman, yanlışlar bile istikamet görülür, hatta hedefe giden her yol mubah anlayışıyla hareket edilir ki bizlerin yıllardır şahit olduğu ve artık yeter! Denek zorunda kaldığımız, özellikle adalet ve yargı sisteminde çatlaklar çoğalır. Ahlak, yalan söylememektir, maneviyat yalanlara göz yummamaktır. Ahlak fetva ise maneviyat takvadır. Ahlak farziyetse, maneviyat vaciptir.
Ahlak, bir seçim kazanma uğruna aynı toprağın çocuklarını bir birine düşman edecek boyutta söylemlerden kaçınmaktır! Ahlak küçücük bir kız çocuğunun akibetini araştıran babanın elini kolunu bağlamaktır! Maneviyat, (velev ki kız çocuğu gerçekten intihar etmiş oldun!) bu yaşta bir çocuğun canına kıymasındaki sebepleri ve babanın acısını saygıyla karşılamaktır.
Önce ahlak ve maneviyat! Baştakiler için de, bizler için de bu böyle olmak zorundadır yoksa, afişi bıçaklayan teyzeyi örnek alan genç ve toy vatandaşların otokontrol yapması imkansızlaşır! Yani bu gün anlıyoruz ki; Önce Ahlak ve Maneviyat sadece bir slogan değil, aynı zamanda sağlam bir duruş, kavrayış ve bir yaşam biçimiymiş!
Gudubet Haksever