“Celladına aşık olmuşsa bir millet,
İster ezan, ister çan dinlet,
İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet,
Müstehaktır ona her türlü zillet”
Vahşi batının ruhani liderliğini yapan Papa Francis geçtiğimiz Cuma günü Irak’a stratejik bir ziyarette bulundu. Programına Irak’ın Başkenti Bağdat ile başlayan Papa Francis, Necef, Zikar, Musul ve son olarak da Erbil’e giderek ziyaretini sonlandırdı.
Şahsen ben Papa’nın bu ziyaretini Amerika’nın Irak’ı işgalinin ardından Ortadoğu, yani Müslüman halkın haçlı zihniyetine bakışının değerlendirilmesi olarak görüyorum. Bu ziyaret sinsi bir ziyarettir, Bu ziyarette samimiyet yoktur. Büyük Ortadoğu projesinin basamaklarından, kilometre taşlarından biridir.
Meselenin vahşi batı dünyasına bakan yönünü ilgilendiren tarafı budur. Ortadoğu İslam dünyasını ilgilendiren tarafı ise tam bir rezalettir. Bitmişliğin, teslim olmuşluğun bir resmidir. Irzına tasallut edilmiş, iffetine dokunulmuş buda yetmemiş ülkesi başına yıkılmış bir toplumun bunu kendisine yaşatanlara karşı hayranlık ile teslim olmuşluğun bir resmidir. Ortadoğu ve İslam dünyasının ve özelde de ırak halkının şu anda yaşadığı ”Stockholm Sendromudur”.(Stockholm sendromu, rehinenin kendisini rehin alan kişiyle olası diyalog sürecinde oluşan, duygusal anlamda sempati ve empati oluşması olarak özetlenebilecek psikolojik durumu anlatan bir terimdir, başka bir deyişle ve biraz da argo bir tabir ile tecavüzcüsüne aşık olma durumudur)
Papa’nın Irak ziyaretinin detayları gözlendiğinde onlarca yıldır yüz milyonlarca insanımızı öldüren, özelde ise Irak savaşı’nda iki milyon Müslümanı öldüren beş milyon çocuğu öksüz, yetim ve geride yüz binlerce sakat bırakan, kadınlarımızın, kızlarımızın ırzına tasallut eden medeniyetin mensuplarının temsilcisi olan papa’nın ziyareti meselesinde onurlu bir duruş gösteremediğimiz ayan beyan görülecektir.
Irak Diyanet İşleri Başkanı’nın papa ile görüşmek istememesi vb münferit birkaç çıkışın hak katında büyük kıymeti olması ile birlikte Irak devletinin bütünlüğünü temsiliyeti noktasında hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
Tabii ki zamanı geri çeviremez, Irak’ta şehit edilen 2 milyon insanı geri getiremeyiz. Öksüz ve Yetim kalan 5 milyon çocuğun anne ve babalarını onlarla tekrar buluşturamayız ve Irak halkı 2003’ten bu yana yaşadığı işgalin meydana getirdiği tıravmanın etkisini muhakkak ki uzun yıllar üzerinden atamayacaktır. Ancak bu ziyaret karşısında haklı ve gururlu bir duruş gösterilebilirdi, işte biz bunu beceremedik. Bu ziyaret devlet Başkanlığı seviyesinde bir ziyaret değildir, bu ziyaret haçlı zihniyetinin, en önde gelen temsilcisinin ziyaretidir ve kanaatimce hiç de mâsum değildir. Dedim ya gideni geri getiremiyoruz. Ancak Irak Devleti olarak yekvücut halinde Papa’nın ülkeyi ziyaret! etmesini, haçlı zihniyetinin Irak’ta yaptığı soykırımı tanımasını Hristiyan Dünyası adına bütün bir Irak halkından özür dilemesi şartına bağlamalıydık. Yani Irak halkından özür dilemeden bu topraklara ayak bas(a)mamalıydı papa.
Samimiyetini, Cesedi kıyıya vuran Aylan bebeğin babasının kendisine Aylan bebeğin tablosunu hediye ettiği andaki beraberce yaşadıkları duygusal görüntülerle değil, söylediğim gibi koca bir ırak halkından, hatta ve hatta ortadoğu insanından özür dileyerek göstermeliydi papa.
Bunlar değil miydi bâbilin bahçelerini kirleten, havlamayı andıran sesler çıkararak mabetlerimize ayak basan, Erdem Fazilet ve insanlığı ayaklar altına alan kravatlı caniler bunlar değil miydi? Nice yavruyu, kolu bacağı kopmuş bırakan bunlar değil miydi? geçmişimizi, geleceğimizi, inancımızı, onurumuzu ayakları altına alan psikopat katiller bunlar değil miydi? Unuttuk, oysaki hafızamız diri kalmalıydı. Ebu gureybi, Guantanamoyu, kunduzu, mezar-ı Şerif’i unutmamalıydık. Gök gürültülerinin bile üzerini örtemediği, guantanamo’dan göklere yükselen çığlıkları unutmamalıydık. Müslüman bacımın iffetini inciten bunlar değil miydi?
unuttuk yazık…
Unuttuk Nur bacım, unuttuk sizleri.
Şimdilerede bizim hayata dair kaygılarımız var, hesaplarımız var çeklerimiz senetlerimiz var, borsa ve döviz takibi var. Gündemimizde Papa hazretlerinin! ortadoğu’yu tarihi ziyareti var. Ortadoğu ziyaretini tamamladıktan sonra Türk hava sahasından geçerken Türkiye’ye gönderdiği selam geçiyor son dakika kuşaklarından. Özür dileriz sizleri unuttuk, şimdilerde Amerikan başkanlığı seçimleri var gündemimizde. Yeni seçilen başkanın verdiği sempatik demeçlerin simalarımızda oluşturduğu tebessüm var. Özür dileriz Nur bacım affedin bizleri.
Buraya bir mektup bırakıyorum.
İlk kaleme alındığında yağmur olup gözlerden akan,
Ancak şimdilerde vicdanlarda esamesine bile rastlanmayan…
“Halkıma, ramadi’nin, halidiye’nin ve felluce’nin insanlarına; erdem ve onurlarını kaybetmeyen tüm dünyadaki insanlara… bu size, amerikan-siyonist hapishanesi ebu garib’ten kardeşiniz nur’un mektubudur. inanın buradaki aşağılanmayı, sefaleti ve haysiyetsizliği size nasıl anlatacağımı, kelimelere nasıl dökeceğimi bilemiyorum. siz sıcak evlerinizde karınlarınızı doyurup sevdiklerinizle bir arada otururken bizim maruz kaldığımız aşağılanma ve çektiğimiz açlığı, sizler su içerken çektiğimiz susuzluğu, sizler derin uykuda iken amerikalıların bize yaşattığı uykusuz geceleri, sizler giyinikken bizim yaşadığımız çıplaklığı, bizi soyup önlerinde sıraya dizmelerini nasıl anlatabilir, nasıl kelimelere dökebilirim… ey kardeşlerim; kamyonlarınızı ve arabalarınızı amerikan malları taşırken gördüğümüzde kalbimiz sıkışıyor. çünkü o araçlar benim halkıma ve ülkeme ait. yüreğim kan ağlayarak şöyle diyorum: allahım! benim insanlarım, haysiyetlerini ve şereflerini bir avuç amerikan doları’na satmış. yaşadıklarımızı ve kirletilen onurumuzu düşündükçe gözlerimden yaşlar boşanıyor. ey kardeşlerim; amerikalıların elinde ne ızdıraplar çektiğimizi, neler acılar yaşadığımızı, allah aşkına, nasıl anlatıp nasıl kelimelere dökeyim. kardeşlerim; allah’a yemin ederim ki, yaşadıklarımızı dile getirmekten acizim. bundan ar ediyorum. ama yine de kelimelere sığınarak size olanları anlatacağım. amerikalıların bizlere yaptığı haysiyetsizlikleri, çektirdiği eziyeti, işkenceyi ve aşağılanmaları elimden geldiğince anlatacağım… hayvani zevklerinin aracı olmadığımızda, kendimizi şehvetlerine teslim etmediğimizde bizi nasıl öldüresiye dövdüklerini ifade etmeme izin verin… siz ey bizim dini liderlerimiz olarak ortalarda tozup gezenler! amerikalıların bize reva gördüğü bu cinsel ve hayvani eziyetler karşısında hâlâ nasıl oluyor da açık alınla ortalarda görünebiliyorsunuz? peygamber efendimiz’in en değerli hazineniz buyurduğu haysiyet ve şerefinizi çiğnetmekten pek sıkılmış gibi görünmüyorsunuz. bizi ve kendinizi birkaç dolar kırıntısı karşılığında pazarlardaki köleler gibi amerikalılara ve siyonistlere mi sattınız? haysiyet ve şerefinizi ne çabuk kaybettiniz? allah’ın bizi sizlere bir emanet olarak verdiğini ne çabuk unuttunuz? hani bizleri koruyacak, besleyecek ve namusumuzu asla çiğnetmeyecektiniz? ne oldu size, verdiğiniz söze? amerikalılar, ebu garib’te namusunuzu her gün ayaklar altına alıyor. mektubumu okuyanları, allah adına, ebu garib hapishanesi’ndeki vahşiliklere dur demeye çağırıyorum. buradaki insanlığa sığmayan işkenceleri durdurmak için sesinizi yükseltmeye davet ediyorum. burada yapılanlar, siyonistlerin hapishanelerde filistinli gençlere ve kadınlara yaptıklarından daha berbat. orada fiziki işkence yapıyorlardı. oysa burada her gün ırzımıza geçiyorlar. vahşi, kana susamış hayvanlar gibi bedenlerimize saldırıyorlar. avazımız çıktığı kadar çığlıklar atıyoruz ama kimsenin bizi duyduğu yok! eğer kalbinizde, ruhunuzda bir zerre insanlık, haysiyet, onur ve şeref varsa, birleşin ve bu hapishaneye saldırın. gelin ve kurtarın bizi! elinize geçen bütün silahlarla bu hapishaneye saldırın! hem onları hem de bizleri öldürün!!! biz çoktan ölüme razıyız. burayı yerle bir edin! hepimizin karnında onların piçleri var! çoğumuz hamileyiz! biz dünden ölüme razıyız! size yalvarıyoruz; gelin ve kurtarın bizleri! size, ailelerimize ve ülkemize daha fazla utanç vermemek için ölmek istiyoruz! bizi öldürün! size yalvarıyorum; Allah için bizleri, amerikalıları ve onların piçlerini öldürün! Allah rızası için! size yalvarıyoruz…. bacınız nur. (Ebu gureyb 10 nisan 2004)