Dünyanın En Eski Kadın Teşkilatı
Türk-İslam toplum yapısında ve töresinde kadınlara medeniyetlerin gerçek kurucuları olarak müstesna bir yer ayrılmıştır.
18.Yüzyıl Aydınlanma Dönemi ile birlikte kadınların sosyal alanda kendi haklarını aramak adına geliştirdiği toplumsal ve siyasi hareketler olarak başlayan, "Feminizm" ile karıştırılmamalıdır. Sözde modern Avrupa'da kadınlar haklarını aramaya çalışırken kadına ilk itibar iadesi, Cahiliye Döneminin sona erip İslam dininin gelmesiyle verilmiştir. Cahiliye Arap geleneklerine bağlı kalan hurafeci bir takım kesimin yaşam tarzlarını bu gerçekten ayrıştırmak gerekiyor. Aslî kaynakları okumak ve araştırmak esas olandır.
Günümüz çağında da Türk töresi geleneğinden beslenen kadın teşkilatları ve grupları mevcuttur.
Anadolu Kadınlar Birliği anlamını taşıyan Baciyan-ı Rum; 13. Yüzyıl Anadolu’sunda üyelerinin göçmen Türkmen hanımlar olduğu, kadınların teşkilatlanıp gelişmesi için Ahi Evran'in eşi Fatma Bacı’nın kurduğu, dünyanın ilk kadın teşkilatıdır.
Anadolu’nun birçok şehrinde yaygın olarak kullanılan “bacı” kelimesi abla, kız kardeş anlamına gelmekte olup, “Rum” kelimesi ise Anadolu anlamını ifade etmektedir.
Osmanlı Tarihçisi Âşıkpaşazâde, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 1478’e kadarki süreci sade bir dille anlattığı “Tevarih-i Âl-i Osman” isimli eserinde, 15. Yüzyılda ilk kez Baciyan-ı Rum’dan bahsetmiştir.
Âşıkpaşazâde, Türkçe olarak kaleme alınan ilk kronolojik eser olma özelliğini de taşıyan bu kitabında; 13.Yüzyıl Anadolu’sunda göçmenlerin oluşturduğu zümreleri dört gruba ayırmıştır: Gaziyan-ı Rum, Ahiyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum ve Baciyan-ı Rum olarak ayrılan bu zümreler; Gaziler savaşçı sınıfı, Ahiler zanaatkar sınıfı, Abdallar dervişleri, Bacılar da kadınları temsil etmektedirler.
Âşıkpaşazâde’nin, Bâciyân-ı Rum olarak adlandırdığı zümre, Gâziyân-ı Rum, Ahîyân-ı Rum ve Abdalân-ı Rum ile devletin dört temel direğinden biri olarak ifade edilir. Bâciyân-ı Rum sınıfının teşkilatlandırıcısı Fatma Bacı’dır.
Fatma Bacı, Sultan Baypars’ı Mısır’da köle iken sultan olmasının meşru zeminini hazırlayanların başında yer alan Ahmed Bedevî’nin oğlu Şemseddin Ahmed ile evlenmiştir. Hacı Bektaş Velî ile Ahmed Bedevî arasındaki ilişkiye dair Halvetî-Celvetî bir kaynak olan ve Aziz Mahmud Hüdayî tarafından kaleme alınan Vâkı‘ât adlı eserde anlatılanların, vakfiyedeki bilgileri tasdikleyici mahiyette oluşu, Âşıkpaşazâde’nin kastettiği Fatma Bacı’nın Ahmed Bedevî’nin oğluyla evlenen ve aynı zamanda Ahmed Rifâî’nin de torunu olan kişi olduğunu kesinleştirir. Ahmed Bedevî’nin tasavvufî anlayış bakımından Ahmed Rifâî’nin bir takipçisi olarak kabul edildiği de bilinmektedir.
Moğollar’ın özellikle ikinci istilasından sonra, Mısır’daki kölemenleri Eyyûbîler’in yerine sultan nasbeden Ahmed Bedevî’nin oğlunun Anadolu’ya gelerek Fatma Bacı (Hatun)’yla evlenmesi önemli bir gelişmedir. Konya’nın tamamen İlhanlılar’ın güdümüne girdiği zamanlarda, uçlarda Kayırhan Kır Bey’e bağlı kalabalık Türkmen topluluklarının Ertuğrul Gazi’nin oğlu Osman Gazi’nin etrafında toplanmalarında, bu evliliğin önemli bir yeri vardır. Kalenderî-Haydarî ve daha sonra Bektaşiye olarak adlandırılacak olan ancak XVI. yüzyılın başlarına kadar Bâyezîdiye olarak mimlenen Horasan Melâmîliği ile Rifâiye ve Bedeviye’yi kendi şahsında birleştiren Fatma Bacı, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun dünyaya duyurulduğu yılda, Tokat’ta kendisine temlik edilmiş olan bazı köy ve çiftlikleri kocası Bedevîzâde Şemseddin Ahmed ile, yeğeni Şeyh Edhem b. Muînüddin Halil’in Bâyezîdiye Hankahı’na vakfetmiştir. Fatma Bacı’nın Şemseddin Ahmed ile olan evliliğinden doğan Muînüddin Âdil Bey’in Ali adında bir oğlunun da Bâyezîdiye Hankahı’na vakıflar tahsis ettiği anlaşılmaktadır. Âşıkpaşazâde, onun Hacı BektaşVelî’nin mezarı üzerine bir türbe ve hankah yaptırıp postuna Abdal Mûsâ’yı oturttuğunu da yazar.
Fatma Bacı adının Osmanlı Devleti’nin teşkilatlanmasında çok önemli bir rolü bulunur. Yeniçeri Ocağı’nın pîri olarak Hacı Bektaş Velî’nin kabul edilmesi, tamamen Fatma Bacı ve temsil ettiği “bacılar birliği”nin eseridir. Devşirilmek üzere ailelerinden alınan çocukların “Türk’e verilmesi” geleneği, analar-bacılar tarafından yetiştirilen bu çocukların daha çocuk yaşlarından itibaren Hacı Bektaş Velî’nin ruhaniyeti ve ismiyle büyümeye başlamalarını sağlamıştır. Bu bakımdan Hacı Bektaş evladından Timurtaş Dede’nin ve Mevlânâ soyundan Emîr Şah Dede’nin Yeniçeri Ocağı’nın teşekkülünde isimlerinin geçmesi doğaldır. Osmanlı tarihlerinde bu ocağın kurulması fikrini veren Mevlânâ Köse Rüstem’in de Tarsus’ta mütemekkin bulunan Salur boyuna mensup olduğu ve ailenin Selçuklu Devleti’nin büyük ulema aileleriyle irtibatlı olduğu anlaşılmıştır. Buna göre, Yeniçeri Ocağı’nın kurulmasında Ebü’l-Leys Semerkandî, İmam Kudûrî, Abdülkerim Kuşeyrî, Ebü’l- Kâsım Cürcânî ve Şehâbeddin Sühreverdî gibi ünlü mutasavvıf ve ulema ailelerinin soyundan gelenlerin, özellikle Emîr Mencik Baba ve Beyce Sultan’ın çok önemli bir rolü olmuş, adı geçen kişiler Anadolu’daki ilk Nakşibendî zaviyelerini bina ettirmişlerdir.
Fuad Köprülü, Bâciyân-ı Rûm ifadesini takip eden cümlelerde Hacı Bektâş-ı Velî’nin onlarla münasebetinin anlatılması ve Bektaşî an‘anesinde tarikattan olan kadınlara genellikle “bacı” lakabının verilmesini de göz önüne alarak Anadolu’da Bâciyân-ı Rûm adında bir teşkilâtın varlığını mümkün görmektedir.
Köprülü’nün böyle bir zümrenin mevcut olabileceğine dair görüşünü bir ölçüde de olsa teyit eden bir kayıt, yine kendisinin de işaret ettiği gibi Bertrandon de la Broquière’in seyahatnâmesinde geçmektedir. XV. yüzyıl başında Anadolu’dan geçen seyyahın, Dulkadıroğulları Beyliği’nin silâhlı erkek ve kadınlardan oluşan bir Türkmen kuvvetine sahip olduğunu söylemesi, Türkmen kabilelerinin silâhlı cengâver kadınlara sahip olduğunu göstermektedir. Son zamanlarda yapılan bazı araştırmalar da Bâciyân-ı Rûm’un varlığını kabul etmektedir.
*(M. Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Ankara 1959 ⟶ (nşr. Orhan F. Köprülü), İstanbul 1981, s. 158-160.)
*(Âşıkpaşazâde, Târih, s. 200.)
*Atsız. İstanbul 2011, s. 206-207, 511-516.