PARTİLİ CUMHURBAŞKANI OLMAZ

Başkanlık Sistemi tartışmaları, uzun bir süredir Türkiye’nin gündeminden hiç düşmemiştir. Merhum
Turgut Özal’ın gerçekleştirmeyi planladığı sistemin, ABD dışında başarıyla uygulanmadığı gerekçesiyle
kabul görmemişti.

Başkanlık Sistemi iddiasıyla inşa edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi de gösterdi ki demokratik
kültürden yoksun toplumların desteğinde ve demokrasiyi içselleştirmemiş partilerin/politikacıların
öncülüğünde çoğulcu ve özgürlükçü bir düzen kurulamaz.

Partili cumhurbaşkanlığı sisteminin siyasi tahribatlara, ayrışma ve istikrarsızlığa neden olduğu
tartışma götürmeyecek kadar açıktır. Görüldü ki bizim gibi ülkelerde partili cumhurbaşkanı ile
toplumsal birleşmeyi ve bütünleşmeyi sağlamak mümkün değildir.

Tersine otoriterleşmeyi, ayrışmayı ve kutuplaşmayı derinleştirdiği ortadadır.
Geçmiş örnekleriyle bu noktaya geleceği de belliydi.

Hatırlanacaktır, partilerinden istifa ederek cumhurbaşkanı olan Merhum Turgut Özal ve Süleyman
Demirel, ayrıldıkları partilerinin içişlerine karışmayı ve gölge genel başkanlıklarını da sürdürmüşlerdi.
Haklarını teslim etmeliyim ki ikisi de otoriter, ayırımcı ve kutuplaştırıcı politikalardan hep uzak
durmaya çalışmışlardı.

Buna rağmen partilerine karşı tutumları sebebiyle siyasal istikrarı sağlayamadılar. Bunun nedeni daha
önce partilerinin Genel Başkanları olmalarıydı. Bu konumlarını cumhurbaşkanlığı makamına taşımaları
onların tarafsızlığına gölge düşürmekteydi.

Bu konuda Sayın Abdullah Gül’ü ayrı tutmak durumundayım. Partisine karşı gerekli hassasiyeti ve
tarafsızlığı göstermiştir. Genel Başkanlığını yaptığı partiye herhangi bir müdahalesinin söz konusu
olduğunu bilmiyorum. Bu bağlamda örnek bir cumhurbaşkanlığı sergilediğini düşünüyorum.
CB Erdoğan’la farklı bir siyasi ve yönetim tarzı oluştu.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile alışılmışın dışında yeni bir durumla karşılaştık. Özal ve
Demirel’den farklı olarak Parti Genel Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı görevi birlikte yürütülmeye
başlandı.

Cumhurbaşkanı’nın, nerede parti başkanı ve nerede cumhurbaşkanı sıfatıyla konuşmasını belirleyecek
yasal düzenlemeler yapılmadığı için karmaşık ve kaotik bir siyasal ortam oluştu. Ülke yönetilemez
duruma geldi.

Başlangıçta “başkanlık sistemi” gibi düşünülmüş olsa da işleyiş bakımından partizan, otoriter ve tekçi
bir yönetim olarak uygulanmaya konuldu. Söz konusu işleyişe tarafsızlık yemini, yasalar, hatta
Anayasa dahi engel olamadı.

Uygulamaların bir kısmının cumhurbaşkanının ideolojik ve kişisel özelliklerinden kaynaklandığı
düşünülebilir ancak temel sorunun sistemin kendisinden kaynaklandığı bilinmektedir.
Anayasal düzen eleştirilebilir, muasırlaşması için seçmen iradesiyle değiştirilebilir ancak sandık
marifetiyle de olsa keyfi ve zorba bir yönetime dönüştürülmesi kabul edilemez.

Hiçbir toplum, siyasal aklını yitirmedikçe ve içindeki siyasi işbirlikçiler olmadan zorbalığa teslim olmaz.
Ne yazık ki zorbalıkla ancak var olabilecek mevcut sistem istikrarsızlık, ayrışma, kutuplaşma, çatışma
ve kaosa sebep oldu. Türkiye’yi üç yüz yıllık muasırlaşma hedefinden uzaklaştırdı.

Muasırlaşma, demokrasi, hak-hukuk ve adalet taleplerinin karşılık bulması bir tarafa, bu talepler
yönetim sistemi için bir tehdit unsuru haline geldi.
Uluslararası camia da bunların farkında.

Şüphesiz muasır ülkeler nezdinde Türkiye önemini yitirmedi ve yitirmeyecektir de ancak mevcut
yönetim sistemiyle güvenirliliğini ve saygınlığını tamamıyla yitirmiş oldu.

Bu gerçeğin farkına varanlar biliyorlar ki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye için yanlış ve
yeterince yıkıcı olmuştur. Mevcut iktidarla veya benzer bir zihniyetle düzeltmek ve yoluna koymak da
artık imkânsız görünmektedir.

Denilebilir ki sistem değişimi veya sistemin reforme edilmesi ülkenin beka sorunu haline gelmiştir.
Buna göre ülkenin geleceğini hep birlikte düşünmek ve sorumlu davranmak zorundayız. En çok da
siyasi partiler, özellikle de muhalefet ve Altılı Masa bileşenlerinin çok daha sorumlu ve dikkatli
olmaları gerekir.

Partili cumhurbaşkanlığı, istikrarsızlığın nedeni olduğuna göre Genel Başkanların aday olması doğru
değildir. Partili bir adayı da doğru bulmuyorum.

Şunu da belirtmek isterim ki partili bir cumhurbaşkanı adayı olacaksa, bunu en çok hak eden hiç
şüphesiz Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Aday olması durumunda kazanması da kuvvetle muhtemeldir.
Ancak meselemiz; kimin cumhurbaşkanı olmasından çok mevcut sistemin daha kolay ve hızlı
değişiminin nasıl sağlanacağıdır.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimi riske etmekten daha çok sistem değişimini
ötelemek zorunda kalacağını ve böylece mevcut düzenin kalıcı hale gelebileceğinden büyük bir endişe
duyuyorum.

Değişim ve reformlar için cumhurbaşkanı olmak yetmez. Parlamento çoğunluğunu da sağlamak
gerekir. Aksi halde değişim gerçekleştirilemez ve mevcut yönetim modeli devam eder.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun dürüst, düzgün olması ve CB Erdoğan karşısında kazanma şansının bulunması,
bu sorunu ortadan kaldırmaz.

Seçimi kazanmak ve Erdoğan’ın koltuğuna oturmak yeterli değildir. Mevcut ceberut düzeni ve partili
cumhurbaşkanlığı sistemini değiştirmek gerekir.

Yüz yıldır muasırlaşmayı gerçekleştiremeyen Türkiye için yeni bir fırsat ve fedakârlık zamanıdır.
Demokrasi ortak paydasında muhalefetin güç birliği yapması ve ‘hakem’ bir cumhurbaşkanı
adaylığında ittifak etmesi söz konusu fedakârlığın ilk adımı olacaktır.

Otoriter sistemlere gönüllü itaatin 21. yüzyılda bir topluma yakışmadığını bildiğimiz halde
fedakarlıktan kaçınmamız, siyasete ve seçimlere ilgisiz ve duyarsız kalmamız, telafisi mümkün
olmayacak tarihi bir yanlışa yol açabilir.

Altılı Masa ile bir uzlaşma ve geniş mutabakat fırsatı oluşmuşken bu fırsatı ülke yararına değil de
politik ikbal ve parti iktidarı için kullanmak ülkeyi ateşe atmak olacaktır.
Kanaatime göre mevcut sisteme karşı ittifak bir tercih değil, bir sorumluluk ve zorunluluktur.
Seçimi ve sistem değişimini riske atanlar bilsinler ki başarılmaması durumunda bedeli de vebali de çok
ağır olacaktır.

Önümüzdeki seçimlerde kaybetme riskini göze almak muhalefet için asla mazur görülemez.
Devlet deneyimi olan saygın, çoğulculuğu ve özgürlükleri içselleştirmiş, tarafsızlığından şüphe
edilmeyen ve partili olmayan makul bir şahsiyeti aday göstererek riski tamamıyla ortadan kaldırmak
mümkündür.

Bunun için de en azından partilerle uğraşmayacak, içişlerine karışmayacak ‘hakem’ rolünde bir
cumhurbaşkanına ihtiyaç olduğu çok açıktır.
Yanlışı başka bir yanlışla perdelemek mümkün olsa da düzeltmek mümkün değildir.

Abdulbaki Erdoğmuş