Tevhidi Anlamış mıyız?

Tevhid, Allah’u Taala’ya imanın özüdür. Tevhid, Allah’ın zat, sıfat, isim ve fiillerinde tek kabul etmek,  varlığını, eşi ve benzeri olmadığını bilmek ve inanmaktır. Bu bilgi ve inanç en özlü biçimde  “La ilahe illallah” Allah'tan başka ilah yoktur cümlesiyle ifade edilir. Bu cümleye tevhid cümlesi, bunu söyleyen ve inanan kişiye de Mümin ve Muvahhid denilir. Bir Müslüman doğru ve hak olan tevhidden ayrılırsa, bu onun için küfür olur, şirk olur, günah olur, büyük bir zulüm ve açık bir sapıklık olur.

Bunun için her Müslümanın, Allah'ın emir buyurduğu, dinini üzerine bina ettiği, onunla kitabını indirdiği, Resulünü gönderdiği, dünya ve ahiret mutluluğunun varlığına ve yokluğuna bağlandığı, ehline ve yardımcılarına cennetin, düşmanlarına ise cehennemin vadedildiği tevhidin hakikatını öğrenmesi gerekir.

Kelime-i Tevhidde geçen “İLAH”; Tapılan, kudret ve kudret sahibi, ona muhtaç olunan, otorite sahibi, kanun koyan, ibadet edilen, rızık veren, hesaba çeken anlamına gelir. İlahlık ve otorite, birbirini gerektirir. 

İlah denildiğinde; hayatımız için kanun koyan, nizam ve hukuk belirleyen ve kayıtsız şartsız hakimiyet sahibi Allah (cc) kastedilir.

Allah katında, O'na, zat, sıfat ve fiillerinde ortağı ve benzeri olmadığına, doğurmadığı ve doğrulmadığına, ilmen ve itikaden inanılmadan tevhit gerçekleşmez. 

Aynı şekilde niyet ve ameli, ibadet ve taatı yalnızca Allah için yapmadıkça, O'na boyun eğip yönelmedikçe, O'na tevekkül edip teslim olmadıkça, korku ve ümidi O'ndan beklemedikçe gerçek anlamda tevhid gerçekleşmez.

Alimler tevhidi, Rububiyet (itikadi tevhid) ve Uluhiyet (ameli tevhide) diye ikiye ayırmışlar.

Rububiyet Tevhidi: Allah'ın (c.c) göklerin, yerin ve her şeyin Rabbi olduğuna, bütün kainatın hükümranı, bütün işleri evirip çeviren, bütün canlıların rızkını veren, yükselten ve alçaltan, aziz ve zelil kılan, fayda ve zarar veren, onun izni olmadan hiç kimsenin kendisine veya başkasına hayır veya şeri sağlayamayacağına inanmaktır. 

Uluhiyyet Tevhidi: Allaha onun belirlediği ibadet şekilleriyle ibadet etmektir. ibadette, boyun eğmede, her konudaki itaatte, hüküm koymada, yerde ve gökte ortağı olmayan Allah'ı birlemek ve ortak koşmamaktır. 

Tevhid, rububiyet tevhidi ile uluhiyet tevhidi beraber olmadan kesinlikle gerçekleşmez. Bu tek başına yeterli değildir. Müşrik Araplar da, Rububiyeti kabul ediyorlardı bununla birlikte Allah’a ortak koştuklarından dolayı bu onları İslam’a sokmadı. 

Bu kısa ve özet bilgiler çerçevesinde, Bir Müslüman Tevhidi doğru anlayıp inanırsa, hayatında devrim yapması gerekir. Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak yaşam tarzını, ahlakını, ticaretini, siyasetini, durduğu yeri, savunduğu değerleri, ilke ve prensipleri tevhidin ruhuna uygun değiştirmesi gerekir. 

Müşrik Araplar, tevhid kelimesini inanarak söylediklerinde, yaşam tarzını değiştirmek gerektiğini bildikleri için direniyor ve iman etmiyorlardı. Yani onlar, kul hakkını yemekten, adaletsizlik, zulüm, gasp ve yolsuzluk yapmaktan, adam kayırmaktan, ırkçılık, kavmiyetçilik, içki, kumar, faiz ve fuhuş yapmaktan vazgeçmek istemedikleri için kelime-i tevhidi söylemekten kaçıyorlardı. 

Peki bugün kelime tevhidi diliyle söyleyip, bütün haramları ve yasakları bir bir yapanların durumu nedir? Elbette bunlar acilen kendilerini ve inandıkları değerleri gözden geçirmeliler.

Diğer ibadetlerde, farzlarını ve bozan halleri öğrendiğimiz gibi, bundan daha önemlisi Tevhidi/Şahadetin gerektirdiklerini ve şahadeti bozan durumlarını öğrenmek ve gereğini yapmak zorundayız. Yoksa kendimizi kandırmış oluruz. Elma alıyorum derken armut almış olmayalım.

Kişinin söylediği Kelime-i tevhid, eğer onu hak hukuk adaletten yana, zalime karşı durmaya, ibadet yapmaya, her işinde doğru, dürüst ve güvenilir olmaya zorlamıyorsa imanını gözden geçirmelidir.

 Kişinin söylediği kelime-i tevhid, eğer onu haram işlemekten zulüm yapmaktan adaletsiz olmaktan, kul hakkı ve rüşvet yemekten, torpil, adam kayırma, hırsızlık ve yolsuzluk yapmaktan, güç, makam, mevki ve kişilere kul/köle olmaktan alıkoymuyorsa imanını gözden geçirmelidir.

Kişinin söylediği kelime-i tevhid, eğer onu yasak ve haramları işleyen kişilerden uzak tutmuyorsa, ona bu yanlışlara tepki verdirmiyorsa, hatta onlara destek oluyorsa, imanını gözden geçirmelidir.

Eğer kelime tevhid doğru anlaşılmış ve ruhlara işlenmiş olsaydı, bu kadar zulüm, bu kadar adaletsizlik, bu kadar yolsuzluk, yalan ve talan olur muydu?

Yani kısacası tevhidin en açık tezahürü Allah’ın emirleriyle, Onun dışında sevilen kişi, lider veya herhangi bir şeyin istekleri çatıştığında Allah’ın emirlerini tercih etmektir. 

Bu çerçevede, tevhidin hayatımızdaki etkisini imanımızı ve Müslümanlığımızı sorgulamalıyız.

Gazze’deki çocuk, kadın, ihtiyar ve mücahidler de kelime-i tevhidi söylüyor, Gazze’deki soykırım ve vahşete seyirci kalan lider dediğimiz kişiler de kelime-i tevhidi söylüyor! Bunların tevhidi anlaması bir midir? Bir olsaydı Gazze, bu hale gelebilir miydi?

Tevhidi tekrar tekrar okumak, anlamak ve yaşamak dileğiyle… 

Not: Bu yazıyı hazırlarken: Yusuf El Kardavi'nin “Tevhid” ve Ahmet Kalkan Hocanın “Müslüman Akaidi” eserlerinden istifade ettim. 

Vesselam