Son dönemlerde toplumda bariz bir biçimde şiddet artmaktadır. Şiddeti artıran birçok neden var elbette. Yine şiddetin birçok kaynağı ve pek çok çeşidi var. 

Şiddetti bir kişi ya da kişilere güç ve zor kullanarak isteği dışında bir şey yapmak, yaptırmak ve bedeni, ruhi ve mali yönden zarar görmesine neden olan bireysel ya da toplu hareketler bütünü olarak  tanımlayabiliriz. Fiziksel, cinsel, sözlü-duygusal/psikolojik, ekonomik gibi birçok şiddet çeşidinden bahsedebiliriz. 

Şiddetin kaynağı psikolojik, sosyal ve kültürel ve ekonomik olabilmekte.

Öncelikle hiddeti iki şey yok eder ''su'' ve ''toprak'' insan sudan ve topraktan yaratıldı.

''Ey insanlar! Öldükten sonra tekrar dirilmekten şüphede iseniz bilin ki, ne olduğunuzu size açıklamak için, Biz sizi topraktan sonra nutfeden, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra da yapısı belli belirsiz bir çiğnem etten yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız; sonra sizi çocuk olarak çıkartırız, böylece yetişip erginlik çağına varırsınız. Kiminiz öldürülür, kiminiz de ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki, bilirken bir şey bilmez olur. Yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat Biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır, her güzel bitkiden çift çift yetiştirir.'' (Hac Suresi/5. ayet) 

Peygamber Efendimiz sav "Öfke şeytandandır, şeytansa ateşten yaratıldı, ateşi ise su söndürür. Öfkelendiğiniz vakit abdest alın" diye buyurmuş, lakin bugün Müslümanlar namaz kılmadığı için abdest almıyor, kaldı ki öfkelenince abdestini tazelesin! dolayısıyla herkeste öfke patlamaları yaşanıyor. Öfkeyi su ve toprak gidermesine rağmen bugünün insanı sudan ve topraktan uzaklaştı.

ŞİDDETİ ARTIRAN DİĞER FAKTÖRLER

Her tarafımız beton yığını doldu. İnsan toprakla temas edemediği için negatif enerjiyi toprağa veremiyor.

Bununla birlikte negatif enerji dalgaları çoğalıyor, uydular. TVler, telefonlar, bilgisayarlar, mikrodalga fırınlar vb. Kısaca teknoloji büyüdükçe öfke de büyüyor. Su ve toprakla temas edemeyen insan artı teknolojinin getirmiş olduğu çeşitli dalga enerjileri dışarı atamıyor. Bu hem bedenen hem ruhen insanı yıpratıyor. 

Yediklerimiz içtiklerimiz, GDOlu besinler, sentetik, fast food, ambalajlı yiyecekler insanların genlerini değiştiriyor. Uzmanlar; ''Ne yerseniz o'sunuz'' , ''Yediğimiz besinler  hücre gelişimi ve yenilenmeyi sağlıyor...Aldığımız besinler hücre gelişimi ve yenilenmesinin yakıtıdır. Besinler hücreler arası etkileşim, iletişim, genlerin dışa vurumu ve hücre zarı kontrolünde doğrudan rol oynamaktadırlar. Her besin bir data gibi hücre ve genlerimize işlenir.'' şeklinde ifade ediyorlar. 

Ayrıca TVlerde yayınlanan dizilerde vd programlarda şiddet sahneleri kötü örnek oluyor. Gençler oralardaki karakterleri örnek alıyor, cinnet-cinayet haberleri çoğalıyor bu kanıksamaya yol açıyor ve bu emsal oluşturuyor. Sabah Kuşağı programları dahi tam bir felaket niteliğinde, cinayet olayları didik didik işleniyor ve adeta şiddeti çağırıyor. 

Ekonomik sebeplerde şiddetin artmasında etken olmakta. Dizilerde gösterilen olağanüstü yaşantılar ile insanımız buna özendiriliyor ve gelirinin üstünde bir yaşam şeklini benimsenmesi sağlanıyor. Eve giren gelirler ihtiyaçların karşılayamayınca ailede kavgalar baş gösteriyor. Kadınlar ya çalışmak zorunda kalıyor (bu seferde yorgun argın gelen kadın bütün evin yükünü taşıyamıyor, evde iş bölümü sağlanamayınca şiddet kaçınılmaz oluyor) ya da çalışmayan kadınlar kocalarının az kazandıklarını düşünmelerinden dolayı şiddet meydana geliyor. Küreselleşme, kapitalizmin yansımalarını ailede ve toplumlarda etkisini şiddet olarak görebiliyoruz.

Yine dağılan aileler, annenin aileden kopartılması, kadın figürünün anneden ziyade evin reisi konumuna getirilmesini, kadınların yükünün artması, evlerin yuvadan çok otel gibi kullanılması, yalnızlaşan insanlar, evde huzur olmayınca psikolojik sorunlara çözüm bulunamamışsa şiddet olarak yansıyor maalesef.

Geleneklerden uzaklaşma, sabır-tahammül, hoşgörü-anlayıştan, uzlaşmak, fanatikleşen insanların iletişim kanallarını tıkaması insanı rahatlatmadığı gibi aksine daha da agresifleşmesine neden oluyor. Türkiye'de antidepresan kullanımı son beş yılda % 27 artmış bulunmakta ve 9 milyon kişi  ruh ve sinir hastalıkları bölümüne baş vuruda bulunmuş. Yine geçen yıl 37 milyon 867 bin 254 kutu antidepresan ilaç tüketilmiş.

Coğrafyamızda yaşanan iç-dış savaşlar, göç, köklerinden, yerinden yurdundan edilen insanların yeni mekanlara adapte olamaması, kültür çatışmaları, yine yeni geldiği bölgede maddi manevi yaşanan sorunları da şiddeti körüklüyor ve bölgede yaşayan her kesim bundan etkileniyor. 

Adalet mekanizmasının bozulması, hukuktan umut kesilince insanların kendi adaletini kendisi sağlama çabaları sonuncunda şiddet normalmiş gibi bir durum ortaya çıkıyor.

Boşanan aileler ve annelerin çocuklarını babaya karşı bir koz olarak kullanması. Bununla birlikte ''süresiz nafaka'' erkekleri çaresizleştirirken, çaresiz kalan erkeğin şiddette başvurması. Kadınların erkekleşmesi, erkeklerin kadınlaşması fıtri bozukluklar da şiddete yol açıyor.

Gençlerin enerjilerini atacak ortamlardan uzak kalmaları, gençlerin kendilerini yetersiz görmesi. Üniversitelerden mezunlar arttıkça iş imkanı bulamayan gençler ümitsizliğe kapılıyor. Meslek liselerinin kapatılması, gençlerin ortaya ürün koyamaması, faydalı olamadıkları hissi, (Kompleks, bireysellik vb)

Güvenilir insanların, kurumların itibarsızlaştırılması.

Siyasi rant için halkın kutuplaştırılması kamplara ayrılması...iktidar olsun muhalefet olsun siyasi partiler üç-beş oy fazla almak uğruna şiddet yanlısı politik bir dil kullanıyor bu da toplumda ayrışmaya, kamplaşmaya yol açıyor, bu sorumsuzluk sonrasında toplumsal şiddetti artırıyor, hoşgörü kayboluyor. Bu da haliyle sosyal hayata yansıyor.

"Din nasihattir. " Nasihat edecek, alim, ilim adamlarının-akademisyenlerin, dede-ninelerin bu görevi ihmal etmesi. Din görevlilerin çoğu konjonktüre göre davranıyor. İslam açıkça anlatılmıyor...

Kısacası ahiretin, ölümün unutulması, dünyevileşme hastalığının toplumun alt üst,zengin fakir, dinli dinsiz sosyal hayata her yeri ve herkesi etkilemesi ve ne yazık ki tedavi edecek kişilerin de bu hastalığın pençesinde kıvranması bu salgın ve bulaşıcı hastalığın yayılmasını önleyemiyor.

Şiddetti sadece erkek şiddetti olarak görmemek lazım erkekler daha ziyade fiziksel kadınlarsa psikolojik şiddette baş vurabiliyor(!)  Artık tersi durumlarda söz konusu!..

ÇÖZÜM VAR MI?
Eminim ki yöneticiler de bunların farkında, fakat niçin bunları ortadan kaldıracak politikalar ortaya koyul(a)muyor anlamış değiliz!

Halbuki bu memlekette aile bir bakanlığı bağlı olduğu halde şiddet önlenmediği gibi daha da arttırıyor sanki.
Evvela ''Önce Ahlak ve Maneviyat'' düsturunda maddi, manevi kalkınma şart ve bu yönde köklü çözüm bulmak lazım. 

Batı yöntemlerinden ziyade İslam'a yönelmekle başlanılabilinir.  RTÜK'ün işlevsel hale getirilmesi, TVlere sıkı denetim. İsrail tohumlarından vazgeçmek, organik tarımı teşvik, hayvancılığı teşvik, pek çok niteliksiz üniversite yerine meslek liselerine ağırlık vererek herkesin bir meslek sahibi olmasını sağlamak. Asgari ücretin makul hale getirilmesi. Siyasilerin sorumlu politikalar geliştirmesi ve ''Düşman Parti' yerine ''Siyasi Rekabet''i önceleme, siyasete nitelik kazandırma vb. Din büyüklerinin kimseden korkmadan ya da herhangi bir dünya menfaati karşılığı Allah'ın ayetlerin gizlemeden siyasilere (iktidar, muhalefet) ve halka nasihatlerde bulunmaları. Başta sosyologlar olmak üzere akademisyenlerin, toplum önderlerinin, meslek kuruluşlarının STKların vb. bir araya gelerek bu konuda çözüm önerileri sunmaları. 

İslam esas alınarak aileye yönelik  sosyo-ekonomik, eğitim, sağlık, kültürel... alanlarında yeni politikalar geliştirmek toplumda oluşan şiddeti azaltacaktır diye umut ediyoruz.

Selam ve dua ile...