BİR YOKMUŞ, BİR HEP VARMIŞ
Bir varmış, bir yokmuş Gazze’de hayat. O kadar bir varmış bir yokmuş ki; doğum belgesi düzenlemeden, ölüm belgesi hazırlanıyormuş bebeklerin. Evvel zaman içinde de değilmiş üstelik. Vakit şimdiymiş. Ne develer tellal imiş, ne de pireler berber. 55 milyon dolar ödenerek turist gibi uzaya gönderilen ilk Türk; “Ekstrem Halofit Olan Schrenkiella Parvula’nın Tuz Stresine Verdiği Yanıtların Uzay Ortamında Araştırılması” ve “Uzay Koşullarında Antarktika ve Ilıman Mikroalg Yetiştiriciliğinin Karşılaştırmalı Bir Çalışması” gibi deneyler yapıyormuş. Özetle, teknolojinin uçup kaçtığı 21.yüzyıl günleriymiş.
Öyle bir barbarlık, öyle bir canavarlık yansımış ki modern dünyanın içtimai ekranına; tarihin en iptidai dönemlerinde bile böylesi görülmemiş. Lakin, herkesin gözleri önünde cereyan eden her şey, film gibi izlenmiş. Az gidemeden, uz gidemeden katledilen insanların kanından dere, naaşlarından tepe oluşması masal da değilmiş. Karşılaştıkları umarsızlıkları umursamadan, şahit oldukları duyarsızlıkları duyumsamadan direnen Filistin halkı ise; masallarda dahi rastlanamayacak bir efsaneymiş…
Ölümü düğün gibi görenlerin bilmecesi, diğerleri için çözülemeyecek bir düğümdür. Bilmezler ki; açlığa ve susuzluğa, gökten ziyafet sofrası inmişçesine mukabelede bulunabilenler için şehadet şerbeti içmek, en doyumsuz öğündür. Filistinlilerin nazarında; yaşamak bitmez, ecel geldiğinde. Çünkü ölüm; doğmak kadar hayatın içinde. Yoktur, ilk nefesi almakla son nefesi vermenin bir farkı. Çünkü ölüm; hayatın en eksik parçası. Bu alemde var olmanın manası, bu alemde yok olmakla tamamlanır. Çünkü ölüm; ölümü de öldürmenin mayasıdır. Yeryüzündeki gölgeyi yitmekle başlar, hakikat bahçesinde yeniden bitmek. Şehadet yolunun yolcuları bilir ki; ölüm kapısından geçmeden, sonsuzluğa ermenin sırrıdır ölmek…
En karlı ticaret; Allah yolunda can verip ölümsüzlüğü satın almak. Gemilerle ve gemiciklerle siyoniste sevkiyat yapıp bol sıfırlı dolarlar kazanmak değil. Mümin için şehadet: Kulun erişebileceği en yüksek mertebeye ulaşmak. Bakanlık, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı değil. Şehadet ki; sonu, sonsuz cennet. Din istismarcılarının sattığı tapular, arsalar gibi değil. Allah’tan garantili beşaret…
Bir davası var Filistinlilerin. Bir kavgası, bir sevdası var. Bir dava ki; bütün dertlere deva. Bir kavga ki; tüm kargaşa ve karmaşayı savuracak bir kasırga. Bir sevda ki; dünyalık adına ne varsa kalpte, hepsine veda…
Şehadetle var olmak dersi verdikleri gibi, sosyal hayat dersi de veriyor Filistinliler bizlere. Hiçbir şey olmamışçasına yaşamlarını devam ettiriyorlar, savaşın en zorlu günlerinde. Çünkü, hayat ile ölümü ayırmıyor, bütünleştiriyorlar. Doğum ile ölümü iç içe yaşamayı beceriyorlar. Mesela, evleniyor Gazze’de gençler. Evlerinin olmamasına aldırmıyor, çadırlarda yuva kuruyorlar. Evlilik deyince, akıllarına gelen ilk şey gelinlik değil. Konseptli kına gecesi, organizasyon şirketli düğün talebinde bulunmuyorlar. En kalitelisinden ve fiyatı en katmerlisinden mobilya peşinde koşmuyorlar. Memleketimizde yaygın olduğu şekilde altın pazarlıklarına girmiyor aileler. Para ve eşya merkezli anlaşmazlıklar ve kavgalar yüzünden, henüz evlenemeden ayrılmıyor çiftler. Zorlaştırmıyorlar, Müslümana yaraşır biçimde kolaylaştırıyorlar her şeyi. Erkeklerin dili; “iç güzellik arıyorum” derken, fiili; sadece görselliğe bakıp karar vermek olmuyor. Genç kızlar, limiti yüksek kart sahibi beylere limitsiz sevgi duymuyor. İki gönül bir oluyor ve çadırlar saraylara dönüşüyor. “Sevgi bizi savaş zamanı niye zorlasın ki? En azından beraber endişeleniriz.” diyor, Gazzeli bir genç. Bu arada; Abdullah ve Meryem isimli çiftin, evlenmelerinden üç gün sonra şehit olduklarının haberi düşüyor ajanslara. Söylemleriyle eylemlerinin paralel olmadığını bir kez daha ispatlıyorlar cihana. Bu dünyadaki kısacık beraberliklerinin ardından, birlikte sonsuzluğa yürüyorlar. Çünkü onlar; mutluluğu dünyada değil, nihayetsiz bir alemde arıyorlar… Ülkemin düğünlerindeki halay başı için lüzumludur mendil. Ufacık çocukların fırlattığı taşlarla silinir Kudüs’ün gözyaşları; mendille değil…
Hamas’ın Başkan Yardımcısı şehit komutan Şeyh Salih el-Aruri’nin: “Siz ölümden kaçmak için, biz şehit olmak için yaşarız.” sözleri, özetliyor Filistinlilerin hayata bakış açısını. Hamas lideri Yahya Sinvar ise şöyle diyor: “Hz. Ali’nin şu rivayetini ezberledim. Hayatta iki gün vardır. Ölümün kaderiniz olmadığı gün ve ölümün kaderiniz olduğu gün. İlkinde kimse sana zarar veremez, ikincisinde ise kimse seni kurtaramaz.” Bu iman ve teslimiyettir, korkuyla yollarını ayıran. Onu, Gazze sokaklarında cesaretle dolaştıran. 2021’de israilin suikast tehditleri üzerine şunları söylemişti Yahya Sinvar: “Ben buradayım. Bu toplantıdan ofise geçeceğim. Oradan da eve yürüyerek gideceğim. Karar almak, uçakları silahlarla donatmak ve uçurmak için yeterince zamanları var ve ben tek bir göz kapağımı bile kırpmayacağım.” Elbette dediğini yapmıştı. Çünkü Filistinlilerin büyük çoğunluğu gibi, o da şehadete aşıktı.
Bir davası, bir kavgası, bir sevdası var Filistinlilerin. Dava: En dik halidir, düşman karşısında dikilmenin. Şehadet Davası: En zirvesidir, dirilikte dirilmenin. Kavga: En deviricisidir, devre dışı kalmış devinimlerin. Şehadet Kavgası: En direnilesidir direnişlerin. Sevda: En akıllıcasıdır delirmenin. Şehadet Sevdası: En dilenesidir dileyişlerin…
Batı Şeria’da oğlu şehit edilen bir anne: “Senin adına sevindim. Gönlüm senden razı. Allah da senden razı olsun.” diyor. Başka bir Filistinli anne: “Oğlumun düğün günüdür.” deyip, herkesin kendisini tebrik etmesini istiyor. Evlatlarını defneden Gazzeli Hanımlar: “Allah’ım, bizden razı olana kadar kanımızdan al.” diye dua ediyor. Bir baba, şehit çocuğunun başında: “Bütün çocuklarım, bütün mal varlığım, bana verdiğin ne varsa; Filistin ve Kudüs’ün özgürlüğüne feda olsun.” diyerek yakarıyor. Bir çocuk, iftardan önce şehit olan babası için: “İnşallah şu anda cennette iftar ediyordur.” cümlesi eşliğinde gözyaşı döküyor. Bir mücahit: “Ailemin ve çocuklarımın yaşayıp yaşamadığını bilmiyorum. Haber alamıyorum. Şu an gündemimde ailem yok. Tek hedefimiz Kudüs’ün özgürlüğü. Tek hedefimiz israilin yıkılışı Biiznillah!” diyor…
Bizler; ölüyoruz, onlar; şehadete koşuyor. Bizlere; “meyyit” deniliyor, onların adı; “şehit” oluyor. Dağlar, denizler, ovalar, nehirler kadar fark var; ölmek ile şehit olmak arasında. Meyyit: Kaçınılmaz sondan kaçamayan mevta. Şehit: Ölümü ilga eden mülga…
O kadar bir var, bir yok ki Gazze’de hayat. Şehitler, işkenceler, tecavüzler, hepsi hakikat. Masal gibi dinlenemez, yaşadıkları soykırım ve vahşet. Gökten üç elma değil, bombalar düşüyor. Kimse kerevetine çıkamaz. Sinema gibi seyredilemez, hissettikleri yalnızlık ve dehşet. Açlık yağıyor üzerlerine, susuzluk yağıyor. Kimse ekranı kapatıp uyuyamaz…
Edebiyat kürsülerinde alkışlanır edebi konuşmalar. Savaş meydanları kurulmuşken, hamaset cümleleri kuranlardan sadece hesap sorulabilir. Tiyatro sahnesinde alkışlanır oyuncular. Mazlumlara silahlar çevrilmişken, bir şeyler yapıyormuş rolü yapanlar, ancak protesto edilebilir…
Filistin bir film seti değil. Ölümler ve zulümler gerçek. Ve siz iktidar cenahı; 23 Nisan’da koltuğa oturtulan çocuklar değilsiniz. Şiddetli kınayarak ve miting yaparak; atılan füzeleri önceden israile bildiren Kürecik Üssü’nü kapatmamanızı ve Ceyhan Boru Hattı’ndan siyoniste giden petrolü durdurmamanızı millete mi şikayet edeceksiniz?
Ebu Ubeyde diyor ki: “Hatırlayın Talut’un ordusunu! Allah’ın emrini çiğneyip kana kana içenler helak olmuştu. Buyurun Müslümanlar; Gazze’de katliam ve açlık varken, dünya nimetlerini kana kana kullanın!”
Hayırlı iftarlar hepimize. Afiyet olsun, olabilecekse!..
Saygılarımla…