AÇAR MISINIZ KAPIYI

Seneler önce okuduğum bir yazıyı çokça anımsıyorum son zamanlarda. Araştırmama rağmen kime ait olduğunu bulamadığım metin: “Bir gün Peygamber Efendimiz (SAV) ziyaretinize gelse” diye başlıyor ve günlük hayatımızda ne tür değişikliklere gitmek isteyeceğimizi sorgulatıyordu. Uzun uzun düşündüm: Gazze’deki mezalimin arşa ulaştığı bugünlerde Peygamber Efendimiz (SAV) çıkıp gelseydi; bu umarsız, bu duyarsız halimize ne derdi? Vazifemizi hakkıyla ifa ettiğimizi söyleyebilir miydik kendisine? Yoksa konuyu geçiştirmeye mi çalışırdık, retorik bir dille?..

Peygamber Efendimiz (SAV) bir anda çıkıp geliverse ve “7 Ekim’den itibaren yaşantınızda neler değişti?” dese; ne söyleyebiliriz Allah’ın resulüne? “Onlar açlıktan ölürken tok olmaya dayanamadık. Yemek menümüzden bir çeşidi azalttık ve Gazzeli kardeşlerimize ayırdık.” şeklinde bir yanıt verebilir miyiz? Tüketim çılgınlığımızdan vazgeçemediğimizi, dolaplarımıza sığmayan kıyafetlerimize yenilerini eklediğimizi mi anlatmak zorunda kalırız? İmanımızın, ibadetlerimizin arttığından ve varoluş gayemize sımsıkı sarıldığımızdan bahsedebilir miyiz? Kur’an’dan kopuk, cihada hâlâ soğuk olduğumuzu itiraf etme mecburiyeti mi hissederiz?..

Peygamber Efendimiz (SAV) sorsa: “Gazze için, bir Müslümana yakışır şekilde elinizden gelen her şeyi yaptınız mı?” Kem küm edip; “onlar için çok üzülüyoruz, ağlıyoruz, gece gündüz kardeşlerimiz için dua, israile beddua ediyoruz.” diye cevaplarken, bakabilir miyiz yüzüne? “Gazze’nin üzülecek, ağlayacak insanlara değil; acısının, gözyaşının, öfkesinin ve duasının harekete geçireceği kişilere ihtiyacı var.” sözleri dilinden dökülüverirse? “Ama bizler beş vakit namazımızı kılıyor, orucumuzu tutuyor, zekatımızı veriyoruz.” diyerek, şirin görünmeye mi çalışırız? Peygamber Efendimiz (SAV) o anda, azı dişleri görünecek şekilde gülerek mi nazar eder bize; alnının ortasındaki damarı şişiren bir öfkeyle mi? “Ya infak, ya cihat nerede?” diye sual ederse; ne cevap veririz kendisine? Bazılarımızın yardımlar ulaşmaz düşüncesiyle maddi destekten bile uzak durduğunu, bazılarımızın üç kuruş bağışla nefsini tatmin ettiğini, bazılarımızın canımızı acıtacak biçimde vermemek için kırk çeşit bahane ürettiğini nasıl izah ederiz? Cihada katılmamak adına kendimize söylediğimiz yalanları nasıl sıralarız? “Biz senin hoşgörünü almayı seçtik. Zulme karşı hiddetini görmezden geldik.” cümlesini nasıl kurarız?..

Sohbet ilerlerken; Gazzelilerin, İslam aleminden razı olup olmadığı konusu açılsa birdenbire. Açık yüreklilikle ifade edebilir miyiz; “Gazzeli bir kardeşimizin bizler için: “Tarihin en zalim ümmeti” tanımlamasını yaptığını? Duyabileceğimiz en ağır cümleyi duyduğumuzu ve başımızı öne eğdiğimizi nasıl anlatabiliriz? “Denizlerdeki damlalar, dağlardaki taşlar, gökteki yıldızlar, çöldeki kumlar adedince haklısın.” deyip sustuğumuzu dile getirebilir miyiz? “Önce ümmetim” diyen peygamber efendimiz (SAV), tüm bunlardan sonra dahil eder mi bizleri ümmetine?..

Daha sonra; ülkemizden israile petrol gitmesini protesto ettiği için tutuklanıp, 5 gün sonra serbest bırakılan, ancak mahkemeleri süren 9 gencimiz mevzubahis olsa. Adana’daki ABD Başkonsolosluğu önünde Gazze için eylem yapan Fevziye Şenoğlu Hanımefendi’nin gözaltına alınıp, bir gece nezarette tutulmasının ardından, denetimli serbestlikle salınıp savcılığa sevk edilmesine gelse söz mesela. Müslüman bir ülkede, Filistin dostu 60 kişinin hukukla başının derde girmesine. Başörtülü polislerimizin, başörtülü hanımlarımızı yerlerde sürüklemesine. Hava sahamızın ve limanlarımızın, israil ve ABD’ye kapatılmamasına. Yurdumuzdaki NATO üslerinin hâlâ hizmet sunduğuna. Türkiye’den israile gidip savaşanlar, elini kolunu sallayarak memleketimize döndüklerinde, hiçbir cezai müeyyide uygulanmamasına. Başı kopmuş bebeklere rağmen, israille ilişkilerimizin koparılmamasına. Ve tabii ki; halkımızın birçoğunun bu hususlarda iktidar üzerinde kamuoyu baskısı oluşturmak yerine: “Ticaret başka, Filistin davası başka.” demelerine. “Devlet aklı” diyerek, her durumda yöneticilerini desteklemeyi sürdürmelerine. BTC yoluyla Azeri petrolü israile akıtılırken; varil başına 1 dolar, 27 cent kazandığımızın, yetkili makamlarca açıklanmasına. Din adamlarımızın, hükümeti harekete geçirmek için uyarmak bir yana; liderlerine toz konduramamalarına...

Tüm bunlar ortaya saçıldığında; Peygamber Efendimiz (SAV), nasıl duyarsız kalabildiğimizi sorarsa? Çoktan ölüp gitmiş olmayı mı dileyeceğiz? Yoksa; “ama bizim kızlarımız artık başörtüleriyle okula gidebiliyor. Kamuda da çalışabiliyor.” diye, savunmaya mı geçeceğiz? Müminin, yeryüzünde hakkı ve adaleti hakim kılmakla vazifeli halife olduğunu hatırlatırsa? “Müslümanım elhamdülillah” yerine, “Müslümanım estağfurullah” demeyi mi seçeceğiz?..

Akabinde Peygamber Efendimiz (SAV), ülkemizin yöneticileriyle görüşse. “Gazze için neler yapıyorsunuz?” sualini yöneltse. “Biz, israili kınıyoruz, konuşmalarımızla da Gazze’yi destekliyoruz.” şeklinde mi yanıtlayacaklar? Peygamberimiz Muhammed Mustafa (SAV): “Kınamalarla ve hamaset edebiyatıyla Gazzecilik mi oynuyorsunuz? Gazze için konuşmak; IHA ve SIHA’larınızı konuşturmaktır. Gazze için sessiz kalmamak; Mehmetçiğin postal seslerini israilde duyurmaktır.” benzeri bir cevap verirse? “Ordularınız, silahlarınız nerede?” derse? “Henüz yeterince güçlü devlet değiliz, ekonomimizi çökertirler. Reel politik, işler kritik.” gibi teranelere mi sığınacaklar? Peygamber Efendimiz (SAV): “Makam koltuklarınız mı kalıcı, cennet tahtları mı? Gazze’nin kurtarıcı kahramanı olup tarihe altın harflerle yazılmak mı değerli, Gazze’ye un bile sokamayan liderler olarak kıyamete dek beddua almak mı?” tarzında cümleler kurarsa?..” “Mevkilerinizdeki koltuklarınız diken gibi batmıyor mu? Üstünüze örttüğünüz yorgan, ısırgan otu olup batmıyor mu?” anlamında sözlerini sürdürürse?..

Sevgili Peygamberimiz (SAV) son olarak, halkı ve idarecileri bir araya toplarsa? “Sizler bunca vahşete ve katliama nasıl seyirci kaldınız?” sualini yönlendirirse hepimize? Gazze’nin kıyametini, patlamış mısır eşliğinde film seyreder gibi izlediğimizi itiraf edebilecek miyiz? “Asal sayılar kadar yalnız bıraktık Gazze’yi. Bir Rabb’leri vardı yanlarında, bir de kendileri.” diyebilecek miyiz? Cümlelerine şu meale gelecek biçimde devam ederse Peygamberimiz Muhammed Mustafa (SAV): “Sizler; kalubeladaki ahdinize, kelime-i şehadetteki kavlinize sadık kalmadınız. Allah’tan daha çok, ABD ve israili korkmaya layık buldunuz. Bir kısmınız; bilinçli veya bilinçsiz, liderinizi put edindiniz ve Allah’tan ziyade, onun rızasına talip oldunuz… Sizler; nefsani şemsiyelerinizle İslam yağmurlarından kaçmış ve ruhunu şeytani çöllere satmış zavallılarsınız…” Bunları işitince, nasıl mukabelede bulunuruz bu gerçekliğe?..

“Canımız feda” sloganları attığımız Peygamber Efendimiz (SAV) sözlerini bitirince, sonsuza dek veda edip gitmez mi; bizlerden müteşekkil ümmete?..

Saygılarımla…