Aydın kelimesinin kavramsal anlamı, okumuş, bilgili, kültürlü, zekâ, akıl, düşünce, muhakeme, fikir ve tahayyül gibi meleke ve donanımlarını en iyi şekilde kullanan, öğrendiği ilmi disiplinler ile varlığın hakikatini kavrayan, meraklı, kendisini sürekli yenileyen, aydınlanmış ve çevresini de aydınlatma misyonu ve motivasyonu olan kimse olarak açıklanabilir.

Aydın kavramının liiteratürde yazılı kavransal anlamı ile aydın tipinin toplum nezdinde ve yaşamın içindeki olgulara verdikleri tepkiler üzerinden ortaya çıkan anlamı arasında maalesef farklar olduğu gözlenmektedir. Peki, bu fark ne kadardır, nasıl oluşmuştur? Bu yazıda cevap vermeye çalışacağız.

Elbette bu önemli fark sadece bizim ülkemiz aydınlarına ait bir şey de değildir. Ancak bizim ülkemizin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkelerde ve yarı demokrasilerin uygulandığı, ya da zaman zaman ülke yönetimlerinin demokrasi ile otoriterlik arasında gidip geldiği ülkelerde daha çok görüldüğü de bir gerçektir.

Dünyada olduğu gibi ükemiz tarihinde de aydın ve aydınlanma üzerine çok tartışmalar yaşanmıştır. Halen de öyledir, gelecekte de muhtemelen bu tartışmalar devam edecektir. Bunun başlıca nedeni, ilmi donanımları ile toplumun geneli içinden seçilerek ve toplum hiyerarşisinde üst konuma gelen, genellikle bu konuma uygun resmi statüleri de bulunan aydınların, bu ilmi ve resmi statüleri ile reel durum arasında kaldıklarında, çok büyük bir kısmının reel duruma göre hareket ederek, aydın olma kimlik ve kişiliklerinin hilafında tutum belirlemiş olmalarıdır.

               

Aslında, ilk önce söylenmesi gereken, insanlığa yol gösteren İnancın ve düşüncenin önderlerinin tebliğ ettiği kutsal kaynaklarda, gören, aklını kullanan, anlayan, muhakeme eden ve düşünen, düşüncesi ile amel eden yani aydın insanların üstün tutulduğu ve onlara ayrıca sorumluluk yüklendiği bildirilmektedir. Peygamberlerin de bu konuda çok veciz sözleri vardır.

Özellikle, İslam inancının esasları ile pozitif ilimlerin disiplinlerini öğrenmiş yani inancı ile ilmini bütünleştirebilmiş ve bu yönde derinlik kazanmış bir Müslüman aydının, pozitivist anlayışa sahip bir aydından daha nitelikli olması gerekir. Böyle bir aydın, Hakkın (gerçeğin/doğrunun)hatırını esas alan, yani her şeyi bilen, yaratan, gözetleyen yaratıcının sebepler arkasına gizlediği sırlı gerçeklere vakıf olmuş olma farkındalığı ile reel hayatı da yaşayan kimse demektir. Böyle bütünleşik ve tutarlı  niteliği dolayısı ile hem inanç hem de insanlığın erdemleri dünyasında övülmüş ve yüksek bir mevki verilmiştir. Aydın ve Müslüman aydın kavramıyla ilgili böyle bir genel çerçeve çizdikten sonra, Ülkemiz aydın tipolojisinin reel olgular karşısındaki durumunu incelemeye geçebiliriz.

Medeniyet dünyasında Müslümanlar yarışı kaybettikten sonra, batıya yakınlaşarak ve batıyı taklit ederek bu geri kalmışlıklarını telafi edebileceklerini düşündüler. Bu anlayışla ve bu süreç içerisinde yetişen aydınımız, o dönemde batıda revaçta olan pozitivist (inançtan kopuk ve inanca karşı) anlayışın etkisiyle, toplumun kadim inanç ve değerlerini dönüştürmeyi ve değiştirmeyi kendilerine öncelikli bir misyon edindiler. Osmanlı döneminin son yüz elli yılından itibaren günümüze kadar gelen bu anlayışın cumhuriyet döneminin önemli bir bölümünde ise devlet kurumlarının da bu amacın bir aparatı olarak kullandığı görülmüştür.

Pozitivist aydınlanmacı bu akım, özellikle cumhuriyet döneminde devletin gücü üzerinden ortaya koyduğu radikal anlayış ve uygulamaları ile dini inanç hassasiyetleri temelinde toplumsal tepkilere neden olmuş, Toplumun daha fazla dindarlaşmasına ve örgütlü bir siyasal İslam’ın ortaya çıkmasına neden olmuştur. 

Siyasal islamın AK Parti teşkilatı ile iktidar olduğu bu dönem, birçok uzman gözlemci ve analizcinin de tespitiyle, re aksiyoner bir İslam anlayışı ile devlet kurumlarına egemen olunmaya, bir süre sonrada pozitivist anlayış gibi devlet gücü aparat olarak kullanılarak tepeden inme(jokoben) bir anlayışla devlet ve toplumun dindarlaştırılmaya çalışıldığı bir sürece dönüşmüştür.

Siyasal İslamın hükümet olma sürecinde, bu dönemin müslüman aydınları, hükümet ve devlet olabilmek hatırına, birçok temel değerlerin hilafına, şimdilik ve geçici bir süre diyerek, her türlü desteği verdiği görülmüştür. İşte, İslamcı- Müslüman aydın-ların en temel açmazı tamda burada ortaya çıkmıştır. Önce, “Ammenin menfaati için cüz (parça/küçük) den vazgeçilebilir” fetvası bir ilahiyat alimi tarafından verilerek, hükümet olmuş siyasal İslam iradesinin önü, önünde engel olarak gördüğü şeyleri bertaraf etmek için açılmıştır. Arkasından siyasi irade kendi hedefleri önünde “cüz” gördüğü engelleri bir bir bertaraf etmeye başlamıştır. Dindar aydınlar adalet, merhamet, eşitlik, özgürlük, inanca saygı, can ve mal emniyeti gibi İslam’ın ve insanlığın en temel değerlerinin yara almasına rağmen ve verilen tepkilere karşı “halktan alınan oy sayısının çokluğunu”nu dikkate vererek iktidarın ve uygulamalarının meşruiyeti için yeterli görmeyi, tabir caiz ise “kulağının üzerine yatmayı”- tercih etmişlerdir. Tamda selefleri pozitivist aydınlar gibi, İslamcı aydınlar da hükümet ve devletin icra gücü eliyle, öngördükleri toplumsal dönüşümün ve dindarlaşmanın sağlanabileceğini hayal ederek, tarihi bir hataya düşmüşlerdir. 

İnancına ve değerlerine bağlı olan bu toplum, batının pozitivist döneminin etkisinde yetişen o dönem aydınlarına ve aydın kimliği adına ortaya koydukları değerlerin önemli bir kısmına karşı bir mesafe koymuş ve o mesafeyi hiç kaldırmamıştı. Yakın dönemde yetişen “dindar” aydınlar için ise bunlar “bizden” diyerek, gönlünde samimi bir alan açmıştı. Ancak bu yeni dindar Müslüman aydın tipi de, her şart ve ortamda, Hakkı söyleme, ilimden ayrılmama, otorite karşısında dik durma gibi aydın niteliklerini ortaya koyması bir yana, tutarsızlıklar içinde kalması, eğilip ve bükülmeler göstermesi, her geçen gün daha fazla fark edilir olmuş, maalesef gelinen aşamada toplumun umudu olmaktan da büyük oranda çıkmıştır.

Pozitivist dönemin aydınları, pozitivist anlayışın içinde kalarak varlığı ve hadiseleri bir bütün olarak anlama konusunda yetersiz kalmıştı. Müslüman dindar aydınlar ise Müslümanlık sembol, söylem ve iddiaları ile iktidar olan siyasilerin, Müslümanlığın en temel değerlerini yıpratıcı hatta yok sayıcı anlayış ve tutumlarına karşı etkisiz ve sessiz kalmayı seçerek hatta siyasi irade tarafından yapılan yanlışlara, İslami literatürden gerekçe üreterek meşrulaştırmayı aydın olma misyonunun bir parçası olarak görme gibi sakat bir anlayışa düşmüşlerdir.

Yukarıda birbirinin ardılı olarak dikkate verdiğimiz her iki döneme de, Türk aydın tipinde, aydın olma niteliklerinin, ideolojik yapıların baskısı, iktidar gücünün cazibesi gibi nedenlerle ortaya konulamadığı ve tarihe not düşülecek bir aydın duruşu sergilenemediği görülmüştür.

Bu süreçte, Müslümanlık adına kötü örnekler yaşanırken, Müslüman aydın tipinin kitle iletişim araçlarından kendilerini hala Müslüman aydın diye nitelemeye devam etmesi, geniş kitlelerde Müslümanlıktan soğumalara, gençler arasında ateist ve deist gibi akımların güçlenmesine neden olduğu ilgililerce ifade edilmektedir.

Dolayısı ile toplumun önemli bir çoğunluğu “bizim” okumuşumuz diyerek el üstünde tuttuğu ve onun rehberliğinde yol almanın güvenli olacağına inandığı bu son dönemde, bir kere daha aldatılmış ve yolda bırakılmış olmanın şokunu ve travmasını yaşamıştır. Maalesef aydınlarımız, bu değerli ve tarihi fırsatları, konjonktürün getirdiği gelip geçici, kökü olmayan saman alevi ışığı gibi kısa süren bir ışıltıya kanarak heba etmiştir.

Haşim Efe