Vatan,
Bir insanın, ailesinden başlayarak mahalle, şehir, ülke gibi sosyal ve coğrafi boyutlarda ilgi ve alakasının gelişmesine ve genişlemesine paralel olarak güvenlik, eşitlik, hak hukuk, adalet gibi medeni ihtiyaçlarını karşıladığı, düşünce, inanç ve teşebbüs hürriyetini yaşadığı coğrafyalar, vatan olma özelliğine sahiptir.
İnsanın ferdi ve sosyal yaşamı için gerekli niteliklerle anlam kazanan ve o coğrafyaya bağlanma ve sevme duygusuyla ortaya çıkan, adını vatan kavramıyla açıkladığımız olguların birçoğunun, hayvanlarda yurt ve yuvalarıyla barınabilecekleri coğrafi bölgeler içinde geçerli olduğunu biliyoruz.
Dünya tarihi, bir nevi yer yurt ve vatan savunması ve mücadelesi tarihidir. Büyük çapta insan kayıpları hep bu amaçla yaşanmıştır. Yakın tarihimizde birinci ve ikinci dünya savaşlarında yaşamını kaybeden insanların sayısı elli milyona varmaktadır.
Günümüzde, Irak ve Suriye’den sonra, Ukrayna’da da çok ciddi anlamda can ve mal kayıplarına yol açan bir savaş yaşanmaktadır. Çocuk, kadın ve yaşlılar komşu ülkelere göç etmektedir. Eli silah tutan sivillerin, vatanlarını savunmak için askerlerin yanında ortaya koydukları üstün azim ve motivasyonlarına şahit oluyoruz. Elbette bu azim ve motivasyonun ortaya çıkmasında, Rusların saldırısı öncesinde ülkelerinde bulunan hak ve özgürlüklerin, sosyal adalet ve eşitlik anlayışının, demokrasinin işliyor olmasının, savaş başladığında da, devlet başkanı başta olmak üzere, bürokratların halk ile birlikte ordunun yanında, bir nefer gibi saldırganlara karşı savaşıyor olmasının, ayrıca uluslararası kamuoyu desteğinin de çok önemli payı vardır.
Ukrayna yeni kurulmuş bir devlet olmasına rağmen, yukarıda bir kısmını saydığımız devlet ve toplumuna ait niteliklerinin birçoğu, Suriye’de ya hiç yoktu ya da çok zayıf olarak bulunuyordu.
Suriye bilindiği gibi, halkı uzun yıllardır Kürt, Türkmen, Arap, Alevi, Sünni gibi çok ciddi sosyal ve etnik fay hatlarıyla bölünmüş, demokrasi ve halkın yönetime katılımı yok denecek kadar azdı. Yönetim, oligarşik (nusayri/alevi) azınlığın elinde uzunca bir süredir bir tahakküm ve baskı aracı halindeydi. Zamanın devlet başkanı Hafız Esat asayişi sağlamak bahanesiyle 1982 yılında kendi ülkesinde kendi şehri Hama'yı bir düşman ordusu gibi topçu birlikleriyle bombalayarak yaptığı katliam, sünni halkın sosyolojisinde bir travma şeklinde ve hafızalarında çok canlı olarak duruyordu. Kürtlerin nüfus kayıtları tutulmuyor vatandaş bile sayılmıyordu. Medeni dünyanın değerleri ülkede yok denecek kadar az, güvenlikçi ve baskıcı bir yönetim anlayışı ile yönetilen, zulüm altında bir ülke durumundaydı. Son bir iki yıl içinde ne olduğu ve kimin örgütlediği belli olmayan İŞİD adı altında bir örgüt, İslam devleti! kurma iddiasıyla, Irak ve Suriye coğrafyasında İslam! adına akla gelmedik zulüm ve katliamlar yapıyordu.
Sığınmacılar,
Suriye böyle bir durumda iken, ABD’nin başını çektiği çok uluslu koalisyonun saldırılarına maruz kaldı. Kürtler ABD ile bir olup ülkenin bir bölümünde(Fırat nehrinin doğusunda) fiili bir statü oluştururken, iyice zayıflayan yönetim Rus’ları ülkeye davet ederek, belli bir bölgede kendi güvenliğini sağlamaya çalıştı. Ülkenin geri kalan bölgelerinde ise bilindiği gibi çok sayıda can ve mal kayıpları, kaos ve kargaşa yaşandı. Bu ortamdan kaçan neredeyse ülkenin yarısı, 15 milyona yakın Suriye insanı komşu ülkelere sığındı. Bu sayının 5 ila 8 milyonunun Türkiye’ye de olduğu tahmin edilmektedir.
Suriye’nin dünyadaki imajı, silahlı kuvvetler ve istihbaratı gibi, güçlü kurumlarının var olduğu bir devlet gibi bilinse de, gerçekte uzun yıllar boyunca dünyadan ve medeni gelişmelerden tecrit edilmiş bir şekilde, farklı sosyal yapısı ve bölünmüşlüğü ile sanki zaman tünelinde, olası iç karışıklıklara ve dış müdahalelere karşı zayıf ve korumasız özel bir coğrafya olarak tutulmuş gibiydi. Oysa yurt dışında eğitim gören ve dünyayı tanıyan elit bir yönetici gurubu, her dönem ülkenin başında ve yönetiminden sorumlu bulunuyordu. Ülkenin bu halde geri, gerilimli bir halde bekletilmesi, normal şartlarda bir ülke ve devlet olma niteliği için, anlaşılır bir durum değildi.
Genel olarak Müslüman ülkeler veya Müslüman ülkeleri idaresi altında bulunduran Çin ve Rusya gibi devletler, insanı, insanın hak ve özgürlüklerini, toplumun değerlerini, Suriye gibi hayatın merkezine almayan ideolojik, mezhepsel, oligarşik, ırkçı ve emperyal çıkarlara öncelik veren çağ dışı ve sakat düşünce ve anlayışlarla yönetilmektedir. Maalesef bu devletlerde, halkın içinde bulunduğu huzursuzluklara köklü çözüm yolları arama ve bulma, insanca yaşatma ve vatandaşlarının devletten memnun olma beklentilerini artırma anlayışı ile yönetme yerine, insanların hak ve özgürlük ihtiyaçlarını ve taleplerini bir asayiş sorunu olarak görme kolaylığına düşmekte, ortaya çıkan huzursuzlukları inzibati ve askeri tedbirlerle çözebileceklerini zannetmektedirler.
Son yıllarda Türkiye’de yaşanan derin ekonomik kriz, ülkemizdeki Suriyelilerin varlığını yeniden tartışılır duruma getirdi. Bu tartışmalar arasında, “Suriyelilerin Ukraynalılar gibi ülkelerini savunmak yerine, vatanlarını bırakıp kaçtıkları ve yeterince vatansever olmadıkları, ülkelerine geri dönmeyecekleri, bu haliyle Türkiye’nin ekonomisine, sosyal ve demografik yapısına ağır yük ve zararlar verdikleri” şeklinde yapılan eleştiriler her zamankinden daha fazla yapılmaya başlandı.
Bizim değerlendirmemizde yukarıda yapılan tespit ve değerlendirmelerle büyük oranda aynı olsa da, ancak bu durum Suriyeli sığınmacıların geri planını görmezlikten gelmemize neden olmamalıdır. Türk kamuoyunda konuyu çok iyi bilen! kişilerce yapılan yorumların bile, Ukrayna ve Suriye savaşı ile sığınmacılarının geri planı çok fazla tahlil edilmeden yapıldığını görüyoruz.
Savaş bittiğinde Ukraynalıların genel olarak ülkelerine dönebilmek için yeterli motivasyonlarının bulunabileceğini, Suriyelilerin ise, halen savaş büyük oranda sona erdiği halde, kayda değer bir oranda ülkelerine dönmedikleri ve bundan sonra da büyük çoğunluk olarak dönmeyebileceklerini söylemek, bir durum tespitidir ve yanlışta değildir. Ancak Suriyeli sığınmacıların sorununu sadece yapılan bir durum tespitiyle bırakmak, esas sorunu anlama ve kavrama konusunda çok yetersiz kalacaktır.
Bu konuda, yukarıda konu başlıkları halinde dikkate verdiğimiz, ülkenin savaş öncesi durumunun tahlil ve analiz edilmesi gerekir. Ayrıca savaş sonrası, yani yeni dönemde ülkenin sosyal ve siyasal durumu, yönetim, hak, hukuk, adalet, eşitlik, özgürlük gibi toplumu bir arada tutan faktörlerin ne kadar var olacağıyla ilişkili görmek, sorunun anlaşılmasında, doğru tespitlerin yapılmasında ve çözümlerin üretilmesinde en doğru hal ve hareket tarzı olacaktır.
Yukarıda yapılan değerlendirmeler her ne kadar Suriye için yapılmış olsa da, İslam coğrafyasının Irak, Libya, Somali, Afganistan, Myanmar ve Doğu Türkistan gibi ülkelerinden çevre ülkelere ve dünyanın birçok bölgesine yaşanan göçlerin geri planı incelendiğinde de, Suriye’ye de yaşanan sürece benzeyen vatan duygusunu ve motivasyonunu sarsan ve örseleyen çok sayıda olumsuz nedenlerin var olduğu, dolayısıyla bu ülkelerde de, halkın vatanlarına bağlılıklarının azalmış olacağını söylemek, yerinde bir tespit olacaktır.
Türkiye,
Suriyeli göçmenlerin en büyük külfetini yaşayan ülke hiç şüphesiz Türkiye’dir. AB ile yaptığı “sığınmacıların geri kabul anlaşması”, stratejik bir hatadır. Bu yanlışlık on yıldır yaşanan olgularla daha iyi anlaşılmış olmasına rağmen, hükümet sorunun çözümü için bugüne kadar bir irade göstermemiş ve bu sorunun çözümünü çok geciktirerek zorlaştırmış bulunmaktadır. Suriyelilerin ülkelerine dönmesinde en önemli çekincelerinin başında gelen güvenlik endişeleridir. Her ne kadar Suriye’nin bu hale gelmesinde ve göçlerin yaşanmasında Türkiye’nin de çok önemli yanlışları olmuş olsa da, asıl sorumlular ABD ve AB’dir. Dolayısı ile ortaya çıkan sığınmacı külfetinin sadece Türkiye’nin üzerinde kalması kabul edilmemelidir. İlgili devletlerin ve BM’nin konuya ilgisiz kalması problemi Türkiye üzerinde tuttukları içindir. Bu amaçla, başta bölge Arap ülkeleri, Avrupa, ABD, Rusya ve BM ile görüşmelere ivedilikle başlanılmalıdır. Uluslararası kamuoyunun bu duruma ilgisiz kalması durumunda ise, Türkiye, göçlerin tampon ülkesi olma durumunu ve geri kabul anlaşmasını sürdürmeyeceğini ve gerekirse sınırlarını açacağını dünyaya ilan etmeli ve sığınmacıların Avrupa’ya geçişlerine yol vermelidir.
Aydın ve Vatanseverler,
Yukarıda tahlil ve analiz etmeye çalıştığımız Suriye’ye benzer durumları, Libya ve Irak’ın başına gelenlerin geri planlan incelenmeleri üzerinden de görmek mümkündür. Bu çerçevede halkı ile ciddi sorunlar yaşayan başta Müslüman ve üçüncü dünya ülkelerinin aydın ve vatanseverleri, halklarının, ülkelerinin ve devletlerinin “beka” meselesini oluşturan temel konular üzerinde, önemli ve öncelikli olarak, yeniden bir kere daha düşünmelidir.
Haşim EFE