Müslümanın Şahsiyetini Zayıflatan/Yok Eden Temel Unsurlar

İslam’ın ortaya koyduğu ilke ve değerler, bir yandan Müslümanın inanç, duygu, düşünce ve davranışlarını inşa ederken diğer yandan da şahsiyetinin/kişiliğinin oluşup olgunlaşmasını sağlar. Müslümanın şahsiyetini örseleyen, zayıflatan hatta yok eden inanç, duygu, düşünce, ahlak ve yaşayış biçimlerini şöyle özetleyebiliriz:

•     Tevhit inancına halel getirecek her türlü inanç, duygu, düşünce eylemler.

Tevhit ilkesi ile uyumlu sahih bir iman Müslümanın şahsiyetinin temelini oluşturur. Aksi tutum ve davranışlar şirktir. Terim olarak şirk “Allah’ın zatında, sıfatlarında, fiillerinde ortağı, dengi ve benzerinin bulunduğuna inanmak” demektir. Kur'an-ı Kerîm'de insanlar, tevhide, yani Allah'ı birlemeye davet edilmişler, zatında, sıfat ve fiilleri ile ubudiyet ve rububiyette başkalarını yüce Allah’a ortak kılmaktan men edilmişlerdir. Bu sebeple Kur'an-ı Kerîm'de; “Şirkin pek büyük bir günah ve zulüm olduğu”, Hak Teâlâ'nın “Kendisine şerik koşulmasını asla affetmeyeceği, bundan başka olan günahları dileyeceği kimseler için affedeceği” bildirilmiştir. Şirk Müslümanın imanı ile şahsiyetini yok eden en büyük günahtır.

•     Hz. Muhammet’in örnek ve önderliğini dışlamaya çalışan yaklaşımlar

Kur’an-ı Kerim, İslâm’ın aslî kaynağıdır. Onu tebliğ, beyan, talim ve yaşayarak temsil görevi öncelikle Hz. Muhammed’e daha sonra ise onun ümmetine aittir. Hz. Peygamber bu vazifesini yapmış, teoriyi pratiğe dönüştürmüş, Kur’an-ı anlama ve uygulama çabasının ürünü sünnetini Müslümanlara miras bırakmış ve ahirete irtihal etmiştir. Hz. Muhammed, tebliğ ve beyan ettiği Kur’an-ı Kerîm’e uygun bir hayat yaşamış, ona aykırı hiçbir söz söylememiştir. Bu bakımdan Kur’an-ı Kerîm ile sünnet “et ile tırnak” gibi ayrılmaz bir bütündür. 

Kur’an ahlakıyla ahlaklanan, onu yaşanan hayata dönüştüren, bu nedenle de “yaşayan Kur’an” olarak adlandırılan Hz. Muhammed’in sünnetini, O’nun “üsve-i hasene” yani “en güzel örnek” olma özelliğini dışlamaya çalışmak et ile tırnağı birbirinden ayırmaya kalkışmak demektir. 

Müslümanlar Hz. Muhammet’in örnek ve önderliğini dışlamaya kalkışırsa   içine düştükleri sıkıntılardan kurtulamaz, dünyadaki mazlumların umudu olamaz, İslâm medeniyetini yeniden güçlü bir şekilde inşa edemez ve “hayırlı ümmet olma” vasfını kaybederler.

 •     İnsanın yaratılış gayesini unutarak kendisini süflileştirmesi

 İslam inanç sisteminde insanın yaratılış gayesi, “Allah'ı tanımak, ona kulluk etmek, insanî ve ahlaki değerlere bağlı olarak yaşayıp sonsuz hayata hazırlanmaktır.” şeklinde özetlenebilir.

Bu kulluk, inanç, amel ve ahlak olmak üzere üç temel taşa oturtulmuştur.  Özetle söylemek gerekirse insanın yaratılış gayesi, öncelikli olarak yaratıcısını tüm kemâl sıfatlarıyla birlikte tanıması, O’nun peygamberleri aracılığıyla tüm insanlığa gönderdiği inanç ilkelerini, ilahi buyrukları ve nehiyleri hiç tereddüt etmeden kalbiyle onaylayıp diliyle ikrar etmesi, ibadetlerinde ihlaslı/samimi olması, hemcinsleriyle, çevresiyle ve tüm yaratıklarla ilişkilerinde daima adaleti gözetmesi, nihayet yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevip sayması ve tüm mahlûkata şefkat nazarıyla bakmasıdır. Ancak bu yüksek özelliklere sahip olan insanlar, yeryüzünü bir barış ve esenlik yurduna çevirebilirler. Dolayısıyla bu yüce vasıflardan mahrum olan insanlar, yeryüzünü diledikleri gibi imar etseler de onu ıslah edip barış ve esenlik yurdu hâline getirmeyi başaramaz, şahsiyetlerini kaybederek, yaratılmışlar içerisindeki en şerefi/üstün vasıflarını kaybederler.

  •     Dünyevileşme akımına kapılma

Dünyevileşmek; kişinin Allah’ı ve ahireti unutarak büyük bir hırsla dünyaya sarılması, Rabbine karşı sorumluluklarını ihmal ederek tamamıyla dünyaya yönelmesi, dinî inanç, değer ve davranışları hayatından uzaklaştırarak hiç ölmeyecekmiş gibi dünya malına düşkün olmasıdır. Yüce Rabbimiz, insanın bu yanlış tutumu hakkında şöyle buyurmaktadır: 

“Fakat siz (ey insanlar!) ahiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya hayatını tercih ediyorsunuz.” (A'lâ Sûresi,16 -17), "Ey insanlar! Allah'ın vadi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın!"  (Fâtır; 5)

Ümmet-i Muhammed’in en büyük imtihanı dünya malıdır. Sevgili Peygamberimiz; “Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa bir üçüncüsünü ister. Âdemoğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Allah tövbe eden kimsenin tövbesini kabul eder” buyurmuştur.

•     Dini istismara yeltenme

İstismar, bir şeyi kötüye kullanmak, şahsi çıkarlara alet etmek anlamında kullanılır. Buna sömürü de diyebiliriz. Genel olarak her şeyin istismarı mümkündür. Din ve mezhep, siyaset, sanat, spor, emek ve sermaye, kadın, çocuk, özellikle dezavantajlı gruplar… vb.

Üzülerek ifade etmeliyim ki; yaşadığımız çağın bu ilk çeyreğinde en çok konuşulan konuların başında “din istismarı” geliyor. İnsanlık tarihinin hemen her döneminde din istismarı yapılagelmiştir. Bu konu bütün dinler için geçerlidir. Bu istismarlar hayatlarında hiçbir dine yeterince yer vermeyenler tarafından yapılabildiği gibi, dindar görünümlü riyakârlar tarafından da yapılabilmektedir.

Din istismarı Müslümanın şahsiyetini yerle bir eden temel faktörlerden birisidir.

•     Dindarlık fobimiz ve Batı hayranlığına kapılma

Hiçbirimiz dine karşı değiliz ama dindar bir nesil yetiştirmekten korkuyoruz. Bu sorunun felsefi, siyasi, ideolojik, sosyolojik, kültürel boyutları yanında kültür emperyalizmi ile dininden ve kültüründen koparılmak için bu konularda cahil bırakılan sözde aydınlarımız ve onların yönlendirmeleri vardır.

Üzülerek ifade edeyim ki, dindarlık algımız milli değil, dini hiç değildir. Derin bir dindarlık fobisine müptela kılınmışız. Bu fobinin altında yatan sebepler çoktur. En başta gelenleri yeterli ve sahih dini bilgiye sahip olamama, değerlerimizden kopukluk ve onlara yabancılık, körü kürüne batı hayranlığı, çağdaşlık, ilericilik ve modernlik tutkularımız…vb.

Din, zorlama ile benimsenen bir olgu olmadığına göre, bile isteye dindar olmayı yeğleyen kişilerin benimsedikleri dinin ilke ve kurallarına uymaları gerektiği açıktır. Aksi takdirde din, dindar ve dindarlık gibi değerlerin anlam ve önemlerini yitirmeleri söz konusu olur. Dindarlığı önemseyen samimi Müslümanların ciddi sorumluluklar taşıdığını söyleyebiliriz. Zira dindar dindarlığın gerektirdiği nitelikleri taşımakla mükelleftir.   

Müslüman şahsiyetini ancak böyle koruyabilir.

Fahri SAĞLIK

Emekli Müftü