Yaşım itibariyle 90’lı yıllardan günümüze kadar pek çok siyasetçi gördüm. Erdal İnönü’den Turgut Özal’a, Alparslan Türkeş’ten Bülent Ecevit’e, Süleyman Demirel’den Necmettin Erbakan’a ve Muhsin Yazıcıoğlu’ndan Mesut Yılmaz’a kadar (ülkemizin kalkınması için çalışan tüm siyasetçilere Allah’tan rahmet diliyorum). Bu siyasetçiler, farklı siyasi partilerde siyaset yapmış olsalar da farklı bir siyaset tarzı benimsemiş olsalar da aklımda kalan yönleri hep siyasi üslupları olmuştur.
Naif, hoşgörülü, esprili, itidalli, tevazu sahibi ve diyaloga açık olmaları her zaman dikkatimi çekmiştir. Ayrıca bu isimlerin ortak özelliği şudur; siyasi yaşamlarında ve sosyal yaşamlarında Türk siyasal hayatına damga vurmuş olmalarıdır. Bu dönemde kim hangi partiyi tutarsa tutsun, hangi liderin görüşünü benimserse benimsesin halk arasında seviyeli tartışmaların hep şahidi oldum. Tüm konuşulanların o ortamda bırakıldığı ve herkesin birbirine kardeşçe baktığı o zamanları hep aradım. Çünkü o dönemin siyasetçileri birbirini ötekileştirmeyi değil dostluğu, hakareti değil samimiyeti halka gösterdi. Bu da halkta karşılık gördü ve benimsendi.
Siyasi kutuplaşmaların adeta toplumun her kesimine sirayet ettiği günümüzde ise o günleri özlemek ve yâd etmekten başka bir şey gelmiyor aklıma. Adeta o günleri arıyor ve imreniyorum. Siyasetin yaşam tarzı haline geldiği ve toplumu bölerek birbirine düşman eden siyasetçileri gördükçe kendimi aslında şanslı hissediyorum. Çünkü bu günleri o günlerle karşılaştırıyor ve doğruyu görebiliyorum.
Kendimi şanslı hissediyorum çünkü ince espri yeteneğini kullanan siyasetçileri görmenin hazzına eriyorum. Siyasetçilerin eski yıllardaki açık oturum programlarını tekrar izledikçe birbirlerini seviyeli bir şekilde eleştirmelerine ve üsluptan asla taviz vermemelerine bir kez daha hayran kalıyorum. Ancak Z kuşağı denilen günümüz neslinin o dönemin kibar ve beyefendi siyasetçilerine yetişememelerinden dolayı şanssız olduğunu düşünüyorum ve üzülüyorum.
Peki, bugün neden o dönemin seviyesini yakalayamıyoruz? Neden anne oğluna, baba kızına, kardeş kardeşe, komşu komşuya ya da akraba akrabaya kinle ve nefretle bakıyor? Neden toplum adeta ikiye bölünüyor? Neden bitaraf olan bertaraf oluyor?
Siyasetçiler topluma karşı sorumluluğunu bilmeli ve her düşündüğünü söylememelidir. Söylememeli ki onların arkasından giden yığınlar da bu yanlışa icabet etmesin ve partilerin ya da liderlerin demokrasi için bir araç olduğunu bilsin. Bilsin ki partilerin din, liderlerin adeta ilah görülmesi yanlışına kapılmasın. Bu nedenle siyasetçiler topluma yön veren kişiler olduğu için sorumluluk bilinciyle hareket etmeli ve çok dikkatli konuşmalıdır. Çünkü halk arasında, liderinin konuşmasına göre kendisine vazife çıkaran kişiler ve hedefe konan kesimi linç etmeye kalkan kişiler bulunmaktadır.
Fakat linç kültürü toplumumuza hiç bu kadar yerleşmemişti ve toplum bu seviyede bir parçalanmaya maruz kalmamıştı. Adeta topluma nifak tohumu ekildi ve yeşeren tohumlar da filiz verdi. Ne yazık ki kendisi gibi düşünmeyen dostunu, komşusunu veya akrabasını teröristlikle, hainlikle ve ihanet etmekle suçlayacak kadar seviyesizleşen ve hatta tehdit eden insanlarla karşılaşmaktayız.
Bana göre üslup karakterimizin aynasıdır ve herkes karakterine göre iş yapar. Aciz insan hakaret eder, başkasını aşağılar ve hedef gösterir. Güçlü ve cesur insan ise bildiği doğrudan ve üsluptan asla şaşmaz. Özlemle andığım siyasetçiler gibi hepimiz de faniyiz ve bir gün mutlaka öleceğiz. Önemli olan Baki’nin de dediği gibi:
“Bâki kalan bu kubbede hoş bir sadâ imiş”;
Sadânı hoş tut ve ölümsüz ol sen de.
Enes CÖMERT