JOKOBENLİK VE SELEFLERİ İLE AK PARTİ 

Jokoben, Batı (Fransa) kaynaklı bir kelime ve kavramdır. Batılılaşma sürecinde yüzyıllardır, doğu toplumlarının sosyal, kültürel ve fikri hayatının şekillenmesinde etkili olan önemli kavram ve anlayışlardan biridir. Tepeden inme, halka rağmen halk için yapılan devrim ve dönüşümler anlamına gelir.

Osmanlı devletinin Batı karşısında gerilediğinin görülmeye başlamasıyla, Padişahlık bu açığı kapatmak için, eğitim kültür, tarım ve sanayi alanlarında devlet bürokrasisi eliyle yoğun bir şekilde batı tarzı ıslahat ve yenilik faaliyetlerine girişmişti. Cumhuriyet dönemine geçildiğinde, Atatürk’le birlikte daha sert yöntemler kullanılarak, daha köklü ve devrim niteliğinde uygulamalar yapılmıştır.

Her iki dönemde de, genelde devletin yönetim bürokrasisinde bulunan elitler tarafından devlet gücü kullanarak hayata geçirilmeye çalışılan bu jokoben (tepeden inme) yenilik anlayışlarının – Osmanlı gerileme ve yıkılmaktan kurtarılması, Cumhuriyet Türkiye’sinin de çağdaş batılı devletler seviyesine çıkılması gibi- hedeflenen sonuçlara ulaşması sağlanamamıştır. Ayrıca, Osmanlının son ve Cumhuriyet’in ilk zamanlarında halkın ve diğer direnç dinamiklerinin gösterdiği tepkiler ise şiddete varan ağır uygulama ve cezalandırma yöntemleriyle bastırılıştır. 

Yaşanan tüm bu süreçleri daha kapsamlı inceleyen muteber eserlerin sayfalarına havale ederken, Cumhuriyet dönemi için kısaca bir iki bir şey daha söylemek gerekirse; Atatürk ve İnönü dönemi, Osmanlı batılılaşma hareketi anlayışının bir devamı niteliğinden iken, uygulamaları daha radikal, hatta toplum sosyolojine köklü müdahaleye varan uygulamalara varmıştır. İkinci dünya savaşı ve Menderes, Demirel ve Özal dönemleri bu anlayışın yumuşatıldığı veya daha töleranslı uygulandığı dönemlerdir. 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat dönemi ve uygulamalarını, yumuşatılan bu tepeden inme devrim(jokoben) proje ve anlayışın geri getirilmesi arayışları olarak görmek gerekir. 

İçinde bulunduğumuz AKP ve R.Tayyip Erdoğan dönemini ise ayrı ve başlı başına bir dönem olarak görmek gerekir. Dönemin başlarında öngörülen Cumhuriyet projesi anlayış, devrim ve uygulamalarına karşı uyumlu ve yumuşak (Demirel ve Özal vari..) bir tutum sergilenirken, dönemin sonlarına doğru muhalefet ve diğer siyasi dinamikler tarafından Cumhuriyet’in kazanımlarından vaz geçildiği, yerine İslami görünümlü ancak içerik olarak gerçek İslam’dan da uzaklaşılmaya neden olunan bir süreç yaşandığı eleştirileri yapılmaya başlanmıştır. AK Parti cenahından bu iddialara verilen cevaplarda, zımnen (üstü örtülü) bu iddialar kabul edilmiş gibi nötr bir söylem geliştirilmiştir. İşin ilginç tarafı ise,  kimi İslami duyarlıklı yapı ve dinamiklerinde İslam’ın özünden uzaklaşıldığı eleştirilerine başlamış olmalarıdır.

AK Partinin İslamcılık anlayış, politika ve uygulamaları ayrı bir çalışma konusu olacaktır. Biz burada ülkeyi yönetme tarzına ait yaklaşım ve yöntemlerinde seleflerine(Padişahlık, Atatürk, İnönü…) benzeşen yönlerine dikkat çekmeye çalışacağız.

Türkiye 1950 yılında parlamenter sisteme geçtikten sonra (kesintiler olsa da) uzun bir süre bu şekilde (icra-denge-denetim) idare edildikten sonra, Adına Cumhurbaşkanlığı yönetimi veya Güçlerin Birliği Sistemi denilen yapısal değişikliklerle, yetkilerin tek merkez(kişi)de toplandığı bir sisteme geçmiştir. Tıpkı 1950 öncesi yönetim sistemlerinde olduğu gibi, denge denetim (yargı ve yasama..) sisteminin bulunmadığı, Padişahlık, tek kişi(Atatürk), milli şef(İnönü) anlayış ve sistemlerinin fiili uygulamalarına benzeyen bir yönetim biçimine geçmiştir. Elbette yetkilerin tek elde toplanmasının bürokrasiyi azaltan, yönetme kolaylığı sağlayan pratik tarafları da olabilir. Ancak bu tür sistemlerin başarısı liderin(tek kişi) yetenek ve kabiliyetine bağlıdır. Zayıf liderin olası zafiyetlerini örten ve tölere eden sistem ise güçlerin ayrılığına dayalı (denge denetim..) sistemin işletildiği, devletin kurumlarının çalıştırıldığı sistemlerdir. Devlet gibi büyük ve kapsamlı teşkilat ve yönetimlerde bürokratik kademeler, kurumların çalıştırılması ve kültürü, denge denetim(yürütme, yasama, yargı…) sisteminin işletilmesi, devlet kurumlarının ve ülkenin bekası için ayrıca önemli ve daha sağlıklı bir sistem olduğu kabul edilmektedir. 

R.T.Erdoğan Liderliğinde hayata geçirilen Devlet Yönetim Sistemi, geleneksel olarak İslamcıların ve AK Parti ve liderlerinin en çok eleştirdiği, tek parti dönemlerine benzeyen tek kişinin yönettiği demokratikliği tartışmalı bir sistemdir. Geçmişte hal böyleyken, İslamcıların! Çok eleştirdikleri bir sisteme geçmelerinin mantığı izah edilmeye muhtaç bir durumdur. Ayrıca, bu yönetim sistemiyle Liderin (Erdoğan) dominant kişiliği bir araya gelince, her türlü plan, politika ve projelerin oluşturulması ve uygulanması da haliyle bir tepeden inme/jokoben durumunu oluşturmaktadır.

Bu anlayış, her türlü plan, politika ve projeler kapsamında, adalet, savunma, ekonomi, sosyal, güvenlik, kültür, dini yaşam ve anlayış.. gibi iç işlerini ilgilendiren konularla birlikte, dış işleri ve uluslararası ilişkilerde de çok bariz bir şekilde kendini göstermektedir.

Oysa, R.T.Erdoğan AK Parti’yi kurarken katılımcı demokratik bir anlayışı, hatta ileri demokrasiyi! uygulayacaklarını, İslam inancında ve kültüründe de bulunan istişare ve danışma müesseselerini işleteceklerini, beyan ve deklare etmişti. Bu anlayış ve söylemlerle devlet idaresini de devralmışlardı. İktidarlarının ilk yıllarında söyledikleri bu demokratik teamülleri başarılı bir şekilde uygulamışlar ve çeşitli başarılarda göstermişlerdi. Ancak son dönemlerinde, ilk başlarda ifade edilen anlayış ve uygulamalarından uzaklaşılmış, yönetim karar, icra, yargı ve denetleme fonksiyonlarının tek merkezde ve tek kişide toplandığı anti demokratik bir yönetim tarzına dönüşmüştür.

Bu tepeden inme ve aynı zamanda zorlayıcı yönetim yaklaşımları, cü,ci,cı.. kişi ve ideolojilerin adıyla anılan iki yüzlülerin üremesine nasıl neden olunduysa, bu dönemde de Tayyipçi! ve İslamcı! İkiyüzlülerin neşet etmesine yol açmıştır. Aslında bu tür yöntemlerin(jokoben) uygulandığı ülkelerde ortaya çıkan atmosferin ürettiği insan tipolojisi aynıdır, ikiyüzlü. Atmosferde baskı ve zorlama varsa fikir, düşünce, inanç ve etnik aidiyeti ne olursa olsun, içinde düşünce emeği olmayan kalabalıkları oluşturan insanların genel niteliği Türkiye’de olduğu gibi tüm dünyada da aynıdır.

Ülkemizde siyaset, çoğu zaman maalesef insanımızın düşünme gereği duymayacağı ve şartsız destek verdiği dini inanç ve milli değerlerin heyecan ve söylemleri kullanılarak yapılmaktadır. Halkımızın bu zihinsel geri planı, siyasetçiler için gerçek ve rasyonel sorunlara çok fazla emek ve çaba sarf etme gereği duymadan, çok kolay oy almak için faydalanılan bir alan olarak görülmektedir. AK Partinin de, uzun bir süredir iktidarını sürdürüyor olması, halka dayandığı, halkın reel durumunu(geçim darlığı, işsizlik, istihdam, sosyal adalet, gelir bölüşümü…) dikkate aldığı anlamına gelmiyor. Bu durum, yani seçim kazanması; halkın çok fazla sorgulamadığı zihinsel geri planında (dini, milli..) duran, değerler üzerinden hamaset yaparak, bu hamaseti de, oy almaya ustalıkla tahvil etmesinden kaynaklanmaktadır. 

AK Parti (R.T.Erdoğan) ne kadar iyi niyetli olursa olsun, ülke yönetiminde katılımcı ve demokratik yöntemler yerine, dar (selefleri gibi) bir kadro ile liderin kişisel tercihlerine cevap veren yönetim sistemine geçilmesiyle, iktidarı da –bir nevi kendi iradesiyle- bir açmaza girmiş bulunmakta, malum sona yaklaşmış gözükmektedir. 

Aslında bu açmazın varlığı ve bu açmazdan bir türlü çıkılamadığının emareleri çoktan beri söz konusu olacak ki, AK Parti ve Erdoğan’nın hedefleri arasında olduğu -kimi çevrelerce- iddia edilen, içeride dindar bir nesil, dışarıda İslam birliği, sunni bir halifeliğin veya konfederasyonun inşası gibi hedeflerden bir bir vazgeçildiğinin görülmesinden de anlaşılmaktadır. Yani AK Partinin zihninde ortaya çıkan bu engel elini ve kolunu da bağlamış onu hareket edemez hale getirmiştir. 

Haşim EFE