Ağustos ayı üç yıl ara ile üç güzel İslam Hanımefendi’yi Hakka uğurladı.
Önceki yıl Balkanlar ve Bosna’nın örnek mücahidesi Aliya’nın dava Arkadaşı Malika Salihbegoviç’in, geçtiğimiz yıl bir döneme damgasını vuran Şule Yüksel Şenler’i ve bu yıl cumhuriyet sonrası Başörtülü Doktor Ayşe Hümeyra Ökten teyzemizi Hakka uğurladık.
Şule Yüksel Şenler ile ilgili geçtiğimiz hafta bir makale kaleme almış idim. Bu yazımda ise Malika Salihbegoviç’in biyografisini kısaca, araştırabildiğim kadarı ile aktarmak,kendisini yâd etmek isterim.
1945’te Bosna Hersek’te dünyaya gelmiş olan Melika Salihbegoviç Zagrep üniversitesinde Siyaset Bilimi okumuş ayrıca karşılaştırmalı olarak Edebiyat ve Felsefe dersleri almıştır. Çağdaş Felsefe üzerine Yüksek Lisans yapan genç kız ardından Fransa’da bulunan Sorbon Üniversitesinde “Modern Sanatın Ontolojisi üzerine araştırmalar yapmıştır. Saraybosna’ya döndüğünde kariyerinde geleceğin aydınları arasında görülmektedir. Nitekim Şiirleri ve felsefi yazıları ile dikkat çeken bu genç Felsefe Doktoru, Bosna Kültür Birliğine seçilir. Aynı zamanda Saraybosna Felsefe Üniversitesi Doğu Çalışmaları Bölümünde araştırmacı olur.
Ancak yıldızının parladığı bir dönmede ontoloji, yani varlık felsefesi üzerine yoğunlaşır. “Varlık nedir” sorusuna verilen cevaplar metafiziksel yaklaşımlara ulaştırır onu. Melika Salihbegovç’in sonraki yaşamı ontolojiye olan bağlılığa ve sadakate dönüşecek, onu “varlığın İlahi sahibine” ulaştıracaktır.
Nitekim 1978’de İslami yaşamı seçer. Yugoslavya Devleti çatısı altındaki Komünist yönetime rağmen örtünür ve İslam’ın temel kaidelerini yaşamına taşır. Melika Salihbegoviç ciddi ve devrim niteliğinde bir “metamorfoz” yani başkalaşım, dönüşüm yaşamaktadır artık. Bu durum çevresindeki hemen her unsuru rahatsız eder. Çalışma hayatındaki tek örtülüdür Melika Salihbegoviç. “Başını açması” yönündeki baskılara rağmen taviz vermez ve Bosna Kültür Birliğindeki işinden atılır. Üstelik Edebi-Felsefe alanındaki çalışmalarının yayımlanmaması kararı çıkmıştır.
Bir sabah namazı sonrasında evine düzenlenen baskın kasıp kavurucu şiddettedir. İki tanık eşliğinde (tanıdıktır her ikisi de)12. yaş gününü kutlamakta olan oğlu Amir’in gözleri önünde evleri adeta altüst edilerek aranır, bir Kur’an kaseti ve iki daktiloya el konur. Melika Salihbegoviç korkulu gözler ve dehşetle olanları izleyen oğlu Amir’i ardında bırakarak zorla bekleyen araca bindirilir. O bir annedir ve yalnız başına evin çıkış merdivenlerinde bıraktığı oğlunun akıbeti; yalnızlığı, okulu, yaşamı üzerine zihnine çöken ihtimallerin korkunç sancısı ile alınıp götürülür. Üstelik kardeşi Yakup Salihbegoviç’te saldırı anında çıkan arbedede yaralanmıştır.
O güne dair duygularını ”Ataist bir rejimin ortasında İslami kıyafetler giymeye cesaret eden dolayısı ile metafiziğini, yani Öteye inancını açıklayan bir entelektüel ve sanatçı olarak, onların benim için geleceklerini biliyordum. Tıpkı ölüm gibi, hani öleceğinizi bilirsiniz ama gelişi yine de ani olur ya, onun gibi.” Diye ifade ediyor Melika Hanım.
Komünist rejim yaşadığı “metamorfozu” ağır ödetmeye başlamıştır bir kere. Ardı ardına gelir hamleler. Tarihler 1983’ü gösterdiğinde bu kez Yugoslavya Devlet mahkemesinde üyesi olduğu Miladi Müslimani Hareketi üyeleri ile beraber yargılanır Melika Salihbegoviç. Aliya İzzetbegoviç’in kaleme aldığı İslam Deklarasyonu kitabı yargılanma gerekçelerinden sadece bir tanesidir. Yargılama sonrası uzun mahkûmiyet alan 13 üyeden de birisidir.
Saraybosna, Slavonskaya, Pozaki ve Foçi hapishanelerinde geçen iki buçuk yılda maddi ve manevi işkence gören Salihbegoviç, tüm bunlara karşı direnirken salıverilmesi için açlık grevine başlar.
72 gün süren grev neticesinde “öleceğinden korkularak” salıverilir.45 kilo olarak, kardeşinin kollarında çıktığı hapishaneden sonra onu çok daha zorlu bir yaşam karşılar. Tüm bu olanlardan sonra bir de ”Marksizm” den dönmeyen kocası ile yolları ayırılır artık 15 yaşındaki oğlu ile hayata tutunmaya çalışacak yapayalnız bir kadındır. Öte yandan örtülü olması, siyasi hüküm giymesi onun “tüm eğitim ve birikimine rağmen” işsiz kalmasına yol açar. Yanında olan tek yakını kardeşi Yakup Salihbegoviç’te işten atılmıştır. Genç Akademisyen bir bakıma oğlu ve kardeşi ile acımasız bir yoksulluğa terkedilmiştir. Hapishane hücrelerden miras hastalıklar vücudunu sarsıyorken üstelik.
Müslüman Kadın kimliğinden taviz vermemek için sürdürdüğü direniş ona oldukça ağır bedeller ödetmektedir. Nitekim tahliye sonrası bu kez yaşam mücadelesinde kendisine ve ailesine yönelik ağır mahkûmiyetler giyer. İşsiz bırakılmak sureti ile yoksulluğa mahkûm edilmiştir. Yaşadığı yoksulluk ve ağır şartlara rağmen devlete ait hiçbir yardımı kabul etmez Melika Hanım. Kendisi ile konuşan her kes sorgulanmakta, toplumdan tecrit edilmekte ve çeşitli ağır iftiralara maruz bırakılmaktadır. Hülasa Rejimin politikasına uygun bir “tecrit” uygulanılmaktadır genç kadına.
“Özgürlüğün bir zihin durumu olduğu” kanaatini taşıyan Melika Salihbegoviç “davasından” dönmez, olanca gücü ile direnir. En az haftada bir gün kapısı kırılırcasına çalınmakta ve evine baskın yapılmakta, telefonları dinlenmekte, emniyete çeşitli bahanelerle sorguya götürülerek işkence edilmektedir. Bütün bunlar, bir kadın olarak yalnız başına sürdürdüğü bu mücadelede yaşadığı çaresizlik üzerine “hicreti” seçerek oğlu emir ile beraber Londra’ya gitmeye teşebbüs eder. Zira Melika’nın siyasi kaderi genç oğlunda derin izler bırakmaktadır. Ne var ki, söz konusu hicreti gerçekleştirebilmesi de çok kolay olmaz. Kendisine pasaport ve vize vermekte direnç gösteren rejim ile kıyasıya savaşmak zorunda kalır.
Tahliyesinden iki yıl sonra evinin önünden alınarak tekrar Foça cezaevi gençlik bölümünde –bir yetişkin olarak” hücre hapsine konulur. Evinden alındığında yaşadıkları üzerinden iltica etme talebine imkân verilmemesi üzerine hazırladığı afişleri aracın camından geçtiği her yere atmış olması bu afişler üzerinden bir kamuoyu oluşturarak Uluslararası medya tarafından gündem yapılır. Bu vesile ile uluslararası Af Örgütü tarafından rejime baskı yapılır. Donarak geçirdiği ve yaklaşık bir ay süren hücre hapsinden sonra salıverilir. Ve kendi deyimi ile nihayet” bu cehennemden” çıkma adımı ile son bulur.
Londra’ya ilticasından sonra Mısır, Türkiye, Kanada, Amerika gibi ülkelere seyahat ederek Uluslararası Konferanslar verir. Oxford’dan Sait Luis’e kadar uzanan bu Konferanslar zincirinde ayrıca kaleme aldığı pek çok eseri yanı sıra “Katartik Düşler” romanını yazmaktadır.
Öte yandan “işkence mağdurlarının bakımı” ile ilgili bir tıp Vakfı içerisinde faaliyet gösterir. 1921’de Londra’da Kurulmuş olan ve Dünya yazarlarını buluşturmayı amaçlayan Uluslararası PEN Kulüpleri Federasyonuna dâhil edilir. Ve yine Uluslararası Af Örgütünün “Bilinç Mahkûmları” Listesine alınır
Bütün bunlarla birlikte Melika Salihbegoviç’in çalışmalarının en büyük teması sadakatle bağlı olduğu “Ontoloji” üzerinedir. Ancak tüm yaşamı boyunca görmek istediği, amaç edindiği “mükemmel birey, mükemmel toplum” çehresini göremediği Müslüman dünyası ile de çatışmalar yaşar.. Pek çok şeyi kabullenmekte zorluk çeker..
”Okuyan ancak kavrayamayan” bir hali tasvir ettiğini düşündüğü İslam toplumlarına dönük eleştirel yaklaşım ve mükemmeli bulma mücadelesi hiç tükenmez.
Balkanlarda yetişmiş bu Müslüman Entelektüel Dava Kadını 2017’de Büyük Mücadele ve zihin sancıları ile geçirdiği ömrünü noktalayarak hakka yürümüştür.
Kendisini tanımak, anlamak, izini sürebilmek üzere –gecikmiş- biyografisini kısaca kaleme almış olmakla beraber bu mücahide kadının vefatı vesilesi ile bu kısa bilgileri paylaşmış olmak isterim.
Rahmet ve Minnetle..