Rusya’nın Savaş Sicili
Rusya ve Ukrayna’yı savaşın içine çeken sebepler esasında bu güne ait meselelerden ibaret değil, bilakis soğuk savaşın bitişi ile başlayan bir süreçtir.
1991’de Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından Rusya, Ukrayna ve Belarus Bağımsız Devletler topluluğu kurulmuş, sonrasında Belarus Rusya, Ukrayna ise Batı ile yakın ilişkilerde bulunmuşlardır. Dolayısı ile Rusya bu durumu kendisi için daima bir tehdit unsuru olarak görmüştür.
Nitekim 2014 yılında Rusya’nın otorite boşluğunu fırsat bilerek Ukrayna’ya bağlı bir yarım ada olan Kırım’ı ilhak etmesi ile zirveye taşınan gerginlik, 2021’de krize dönüşmüştür.
Rusya’nın yıllardır yürüttüğü “örtülü savaş” 26 Şubat sabahı saat 5 sularında Ukrayna’nın doğusundaki Donbas’a başlattığı özel harekât ile fiili savaşa evirilmiş oldu.
Ardından Ukrayna’nın başkenti Kiev’e bombalar düşmeye başladı. Şehir merkezlerine kadar ulaşıp sivilleri de hedef alan Rus bombaların meydana getirdiği şiddeti uluslararası diplomasiyi harekete geçirdi.
Nato ve AB tarafından Rusya’ya savaşı bitirmeme durumunda “bedeli ağır olur” açıklamalarında bulunuldu.
Söz konusu yaptırımların Rus ekonomisine ciddi maliyetler getirmesi hedeflenirken İngiltere Başbakanı Johonson Toplam varlığı 154 milyar sterlin olan Rusya’nın tüm büyük Rus bankalarının varlıklarının dondurulacağını” ifade ederek bunun için G7 ve Nato ülkeleri ile çalışacağını duyurdu..
Fakat Rusya’nın SWIFT adlı bankalar arası para transferi sisteminden çıkarılmasına dair beklentiler Almanya tarafından reddedilerek engellendi. Nitekim Biden bunu destekler mahiyette “Rusya’nın SWIFT sisteminden çıkarılması her zaman bir seçenek, ancak şu anda Avrupa’nın istediği bir karar değil diyerek” bu konuya nokta koymuş oldu.
Başta enerji ve gaz olmak üzere pek çok alanda Rusya ve Ukrayna ile güçlü ticari ilişkiler içerisinde olan Türkiye’nin Söz konusu savaştan etkilenmesinin yüksek risk oluşturduğunu ifade etmek lazım gelir. Bu bağlamda Türkiye, Rusya ve Ukrayna arasında gerginlik kendini hissettirdiği andan itibaren başlattığı diplomatik girişimleri sürdürmektedir. Kuşkusuz Türkiye ülke menfaatleri açısından gereken stratejiyi dikkate alacaktır. Batının samimiyetsiz tavrına rağmen “savaşın bir tarafı” olmayacağı gibi, insani ve siyasi anlamda masumların ölümüne yol açacak olan, aynı zamanda bir ülkenin bağımsızlığına yönelik bu saldırıya sessiz de kalmayacaktır.
Daha önce Ukrayna olası bir Rus saldırısına karşı Türkiye’den “Boğazların saldırgan gemilerin geçişine kapatılması” talebini gündeme getirmişti. Rusya'nin harekatı üzerine Ukrayna, Büyükelçisi aracılığı ile bununla ilgili resmi talebini Türkiye’ye iletti.
Malum olduğu üzere 1936 yılında imzalan Montro Boğazlar Antlaşması boğazların kontrolünü Türkiye’ye bırakmıştı.
Ancak “Türkiye Ukrayna’da bir Rus ilhakına şiddetle karşı olmakla beraber “bölgede bir savaş istemediğini” açık ve net bir şekilde ifade etmiştir. Türkiye’nin yürüttüğü diplomatik girişimler, Avrupa Birliğinin ”yarım ağız” yaptığı yaptırım açıklamaları şu ana kadar Rusya’yı yolundan döndüremediği gibi, Ukrayna’yı var gücü ile bombalamaya ve Kiev başta olmak üzere şehirlere girerek ilerlemeye devam ediyor.. Hatta bu satırları yazarken Kiev’in Düşmek üzere olduğuna dair haberler ulaşıyordu.
Özellikle Ukraynalı yetkililerinin halkı (göstere göstere) silahlandırarak potansiyel hedef haline getirmesi sivillerine yönelik bir tehdit unsuru oluşturmuştur. (Hoş Rusya için sivil ölümlerinin bir anlamı olmadığını da geçmiş tarihinden gayet iyi biliyoruz) Can güvenliği tehdit altında olan binlerce insanın ülkeyi terk etmek üzere havayolu, demiryolu ve karayolu taşıma araçlarına ulaşma çabası ülkede başka bir kaos meydana getirirken, gıda sıkıntısına karşın marketler adeta boşaltılıyor.
Diğer yandan bu sürecin yeni bir soğuk savaşa yol açma ihtimalinin gündeme gelmesi ve bu kez çok denklemli bir soğuk savaş olma ihtimali de konuya dair söylemler arasında yer alıyor..
1941’den 1991’e kadar Batı Bloku ve Sovyetler Birliği önderliğinde Doğu Bloku ülkeleri arasında yaşanan siyasi ve askeri gerginliğin bu kez Doğu ile Batı arasında da yaşanabileceği tezleri ileri sürülüyor. Fakat günümüz şartlarında, devletlerin iç içe geçmiş menfaat birlikteliklerinden böyle bir sonuç çıkar mı, zaman içerisinde göreceğiz elbette.
Rusya’nın sıcak denizlere inme politikası
Görüyoruz ki, tüm Dünya’da vicdan sahiplerinin çabası, sivil insanların ölümü ile sonuçlanabilecek korkunç savaş görüntülerinden yola çıkarak Rusya’ya tepki göstermesi pek de etkili olmuyor. Zira Rusya savaşlardan beslenen bir tarih sahnesinde yer alıyor. Özellikle Sıcak denizlere ulaşma hayalini hep canlı tutan Rusya’nın bu anlamda topraklarını genişletme politikasını özellikle 1689’dan bu yana hız kazanmıştır.
Bu uğurda Çar döneminden bu yana Kafkas halklarını adeta sıçrama tahtası olarak görmüş, koloniler kurup evlerinden ve topraklarından çıkardığı Çerkezlerin yerine Rus kazakları yerleştirmiştir.
Rusya’nın siyasi tarih sicilinde suç dosyası oldukça kabarıktır. 1864’te yaşanan Büyük Kafkasya sürgününde yaklaşık 1500.000 Çerkeş jenosite uğramış sağ kalanlar Osmanlı topraklarına sürülmüştür.
Yine 23 şubat 1944’te ölüm trenlerine zorla bindirilen Kafkasya hakları (tatarlar,inguşlar,çeçenler) Sibirya’ya sürülmüş direnenler ahırlara hapsedilerek ateşe verilmiştir.
Rus Çarı Kafkasya üzerindeki eylemlerinde karşısında direnişin Destansı ismi Şeyh Şamil’in muhteşem direnişini bulmuştur. Yine 1999’da Çeçenistan’ın Başkenti Grozni’yi kuşatarak ikinci Çeçenistan savaşını başlatan Rusya Karşısında Cahar Dudaev, Hattap Şamil Basayev gibi yiğit komutanların direnişleri ile karşılaşmıştır. Hasılı Kendi halkını bile ölüme yollamaktan bir an bile tereddüt etmeyen Rusya’’nın tarih boyunca İlhak ve işgalleri, sürgün ve soykırımları devam edegelmiştir.
Şehit Çeçen Komutan Şamil Basayev yıllar önce dünyayı Rusya’ya karşı şu sözlerle uyarmıştır. “ Dünya Rusya’yı durdurmazsa ileride her kesin başına bela olur”.
Sonuç itibari ile 16. yüzyılda Rus Çarlığı ile tarih sayfalarında yer alan Rusya’nın genetik kodlarını iyi anlamak için siyasi tarihine göz atmak gerekir.
Ayşe Müzeyyen Taşçı