Tarih okuyanlar bilir. Bir üreten kadrolar vardır, bir de bu kadroların ürettiğini ve üretim tezgahlarını satan kadrolar.
Milli Görüş kadroları ellerine fırsat geçince hep üretmekle meşgul olmuştur.
AKP kadroları ise hep başkalarının ürettiğini ve üretim için kurduğu tezgahları, bununla beraber üretim için gerekli sabit kıymetleri satan kadrolar olmuştur.
Orta yaş üzeri olanlar hatırlayacaklardır; AKP işbaşına geldiğinden beri hep her şeyi satmaya başlamıştı.
Önce verimiyle veya turizm bölgesi olması dolayısıyla ya da askeri bakımdan stratejik mevkilerde olması dolayısıyla arsa ve arazi satışlarına başlamıştı. Dillerde dolaşan haberlere bakılırsa bugün verimli ovalarımızın ve turistik sahillerimizin büyük bir bölümü parsel parsel, hem de potansiyel düşmanlarımıza satılmış durumdadır. Antalya ve ilçelerinin sahilleri ve GAP bölgesi örnek olarak gösteriliyor.
Peşinden üretim tesisleri satılmaya başlandı. Rant heveslilerine adeta gün doğmuştu. Sırf ranta dönüşecek arsa ve konumu olan fabrikalara öncelik vererek büyük paralar kazandılar. Türkiye'nin sanayi üretim tesisleri içeride ve dışarıda ranta dönüştürüldü. Bu tesislerin ihale şartnamelerinde "üretim yapma şartı" olmadığından bu tesisler yıkılıp rant getiren binalara dönüşüverdi. Hem de yüzlercesi. Zamanın Maliye Bakanı Merhum Unakıtan'ın şu sözleri bu satışların bir tarifi olarak kulaklarımızda çınlamaktadır:
"Satıyoruz arkadaş, hem de babalar gibi satıyoruz. Kar etmiş olsun, zarar etmiş olsun fabrikaları satıyoruz. Kimin aldığına da bakmıyoruz. Parayı verene satıyoruz"
Bugün sanayi sektörünün tökezlemesinin altında işte bu hadsiz hesapsız satış ve yıkımlar vardır. Bu satan kadrolarca babalar gibi satılan üretimimizin can damarları yüzünden bugün analarımız ağlıyor.
Bu satışlardan elde edilen paralar ise beton ve asfalt yatırımlarının finansmanı için alınan kredilerin faizlerine bile yetmemiştir. Bu tür satışlara cüzi de olsa dışarıdan döviz getirmek şartı ile vatandaşlık verilmesi ise, getireceği sosyal problemler hesaplamadan alınmış bir karar olduğu yavaş yavaş anlaşılmaktadır.
Son yıllarda üzülerek ifade etmek gerekirse "babalar gibi satış" tabiri bugün bu satan kadrolar tarafından daha da ileriye götürülerek "değerini bulduğumuzda her şeyi satarız" şekline dönüştürülmüştür. Buna dair bir örnek vermek gerekirse, Saadet Partisi Kocaeli İl Başkanı Muhterem Zafer Mutlu'nun geçen haftaki basın açıklamasına bakmamız gerekir. Başiskele İlçe Belediye Meclisinde Belediye Başkanı'nın "Belediye taşınmazlarının ölçüsüzce satılması" yönündeki Saadet Partisi gurubunun eleştirilerine verdiği cevapta:
"Elbette satarım. Değerini bulduğumda sizi bile satarım!" Demesi tam bu satan kadroların satış politikasını özetlemektedir. Bazı okuyucularımız "yok canım, bir partiyi de mi, bir topluluğu da mı, bir insanı da mı satacaklar? Lafın gelişi olarak söylenmiş öylesine bir söz" deyip dudak bükebilirler. Bunların sekiz buçuk milyar dolar gibi bir değeri yeterli bulup, onmilyonlarca Iraklı Müslüman'ı zalim conilere "Satan kadrolar" olduğunu unuttuk mu?
Duyuyoruz ki hükümet içerisinde SAİK diye bir komite oluşturmuşlar. Yanı Sanayileşme İcra Komitesi. Bu komite satıp sağıp yok edilen Türkiye'nin belkemiği o sanayi tesislerini geri getirebilir mi?
Zihniyet "Satan" zihniyetten, "üreten" zihniyete dönüşmeden ayağa kalkmak mümkün değildir.
OLACAK ŞEY Mİ?
Olur şey değil, bu nasıl bir iktisat?
Döviz bitti sat, borç birikti sat!
Ekrem Şama