1960’larda bir -kimlik arayışı içerisinde olan ülkemizde-yönünü tamamen batıya dönmüş, farklı arayışların telaşında olduğu dönemlerden bahsediyoruz. O günlere dair araştırmalarda özellikle büyük şehirlerdeki batılılaşma eyleminin günlük yaşama kadar sirayet etmesi mütedeyyin kesimlerde kırsala çekilme şeklinde karşımıza çakıyor.

İki yönlü –ki ikisi de uçlarda olan- bir yaşam pratiğidir ortaya çıkan. Bir yanda Fransa kültürünün tüm argümanları ile ailevi toplumsal ve beşeri alana taşınması, diğer yandan bundan korunmak için kırsala çekilip giderek daha “gelenekselleşen” bir yaşam tercihidir. Kadim geçmişimizden gelen İslam ve geleneklere dair söylemlerin ötelendiği, müntesiplerin ise itelendiği bir dönemdir.

İşte böylesi buhranlı bir süreçte ezberleri bozan, Fırtınayı tersine çeviren genç bir kadın ülke gündemine bir bomba tesiri ile düşer..

Şule Yüksel Şenler..

 Edebiyatçı yazar Şule Yüksel Şenler Günün popületisene uygun olarak “modern” bir ailenin 5 çocuğundan en büyüğüdür.. Müzik ve edebiyata eğilimi vardır. Çeşitli dergilerde hikâyeler, şiirleri neşredilmektedir. Ayrıca şan dersleri alıp enstrüman çalmaktadır.

Ağabey Özer Şenler bir vesile ile içerisinde yer aldığı “nur hareketi” vesilesi ile bu “batılı” yaşam tarzını reddederek aile üyeleri ile restleşmeye başlar. Anne Ümran Hanım makyajından, şapkasından kısacası “modern” yaşamından taviz vermez. Üzeyir Şenler birbirlerine çok düşkün oldukları kız kardeşi Şule Yüksel’i işlemeye başlar. Ve adeta hatır zorlaması ile risale sohbetlerine götürür.

Netice olarak uzun süreçler sonrası yaşadığı dönüşüm genç Edebiyatçı Şule Yüksel Şenler’in satırlarına yansır. “Modern Türk Kadını” artık yazılarında “İslam ve Kadın’dan” bahsetmektedir. Çok geçmeden fikri değişim, fiziki değişimle kendini gösterir. Kasabalarda yaşayan, okumamış cahil kadınların başlarındaki örtüye-biraz farklı da olsa- bürünüvermiş Bir Şule Yüksel şenler vardır artık.

Bu ezber bozan bir durumdur. Genç ve Modern Bir edebiyatçı nasıl olurda cahil ve gerici kadınlar gibi başını örtebilmiştir.

Yazıları artık daha bir merak ve dikkatle okunan Şule Yüksel Şenler “Allah’ın emirleri” kapsamında bir dizi kurallar manzumesi içerisine, kadınların örtünmesi gerektiğine dair kaideyi de yerleştirmiştir.

Yer yerinden oynar. Ülkenin her bir köşesinden bu Genç Edebiyatçı’nın fikirlerini paylaşacağı konferanslar tertiplenir. Salonlar tıklım tıklım dolar, kalabalıklar salon dışında birikerek konferansı dışardan dinler. Üstelik Konferansları takip edenler kozmopolit bir fotoğraf sergilemektedir. Son derece abartılı kıyafetlerle batılı kadın görüntüsünden tutunda, yöresine ait yazmalar, şalvarlarla salonu dolduran ve hiç te homojen olmayan kitlelerle hitap etmektedir Şule Yüksel Şenler. Salt bir meraka mucip olarak salonu dolduran kadınları pek çoğu hıçkırıklarla etrafını sarar. Her geçtiği şehirde derin iziler bırakır Şule Yüksel. O günkü yol şartlarında bir şehirden bir başka şehre yaptığı otobüs yolculuklarında bir yandan da günlük yazılarını kaleme almaktadır.

Genç Bir kız ülkenin gündemine damga vurmuş ve “devrim” niteliğinde fikirlerini kürsülerden cesurca haykırmaktadır.  Kalemi ve kelamı ile kadın-erkek, genç -ihtiyar her kesimden insanın adeta gönül teline dokunmaktadır. Tesettür kavramının “sıkma baş” modeli ile kırsala hapsedildiği bir dönemde, kendi tasarımları olan birbirinden şık başörtüleri çok geçmeden metropol kadınlarınca kabul görür..

Bu etkileşim büyük toplulukları kendine çekerken, diğer yandan belli kesimlerce tepkiye yol açar.

Nitekim kaleme aldığı bir makalesinde dönemin cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a hakaret ettiği gerekçesi ile başlatılan soruşturmada“ tutuklama” kararı çıkar. Anadolu’da bir şehirde iken kararı duyan Şule Yüksel şenleri Sevdikleri saklamak isterler ama o “saklanmak suçlulara göredir. Ben suçlu değilim ki saklanayım” diyerek teslim olur.

Nezaketi ve zarafeti ile bir “İstanbul hanımefendisi” naifliğindeki bu genç hanım Bursa cezaevinde 35 adi suçlunun bulunduğu koğuşa konulur. Böyle bir ortamda Allah’a sığınarak zindanı “yusufiye”ye çevirir. Narin vücudu cezaevi şartlarını kaldıramaz ve akciğerlerinden (ömür boyu yakasını bırakmayan) ciddi bir rahatsızlık geçirir.

Sonrasında Cumhurbaşkanı Sunay “kendisini affettiğini” ilan eder. Genç Yazar Şule Yüksel Şenler’in cevabı nettir..

”Af suçlular içindir ki, ben suçlu değilim sözlerimde haklıyım! Ve bu affı reddediyorum.”

Cezasını tamamladıktan sonra tahliye olur ve daha yoğun bir tempo ile mücadelesine devam eder.

Konferans ve günlük yazılarının yanı sıra Şule Yüksel’in Fikir dünyamıza katmış olduğu kitapları da neşredilir. Huzur Sokağı bunlar arasında öne çıkmaktadır. Kuşaklar boyu okunan Huzur Sokağı 100’ün üzerinde baskı yapmış ve hemen her kesin manevi dünyasında dönüşüm meydana getirmiş bir eser olarak tesirini halen daha sürdürmektedir.

Zorlu mücadelelerle geçmiş yaşamı, idealist niyetlerle yapılmış bir evliliğin imtihanlarının derin izleri onu ruhen ve bedenen yorgun düşürür. Naif ruhu örselendikçe örselenir ve nihayetinde kabuğuna çekilerek kendisini tecrit eder. Nitekim maddi imkânsızlıkların sarsıntısında geçirdiği o zorlu yılların yakın şahidi olarak neredeyse 15 yılı aşkın süren bu “kendini tecrit” esnasında vefasızlığın tüm şiddeti ile hücrelerine kadara yaşar.

Bizim Hikayemiz

Henüz ortaokul çağlarında iken elime geçen iki ciltlik Huzur Sokağı Roman’ını bir gecede yutarcasına okuyup bitiriyorum. O yıllarda Necip Fazıl’ın şiirlerini, Ahmet Günbay Yıldız’ın, Rasim Özdenören, Hekimoğlu İsmail gibi pek çok yazarın Romanları ile besleniyor, bir yandan da Rus klasiklerine sarmış bir vaziyette Suç ve Ceza, Sefiller gibi farklı yazım eserlerini su içercesine okuyorum.

Kadın olarak ise Halide Edip Adıvar’a ait kitaplarla kesişiyor yolum.. Ve lakin istikbalde iyi bir edebiyatçı olma hedefimdeki “rol modelim”  olamıyor. Kendisine dair zihnimde ve gönlümde bir mesafe hasıl oluyor..

İşte bu arayış içinde, idealist bir genç olma adımlarım o gece okuduğum huzur Sokağı ile beni Şule Yüksel Şenler’e götürüyor.

Aradan yıllar geçiyor taşradan İstanbul’a taşınıyoruz tüm  heyecanımla bir gençlik hareketinin içinde buluyorum kendimi.. Bir yandan da yazılar yazıyorum ufak tefek, gençlik dergilerine. Kaderim beni hiç tahmin edemeyeceğim bir şekilde Şule Yüksel Şenler’in kapısına savuruyor. Bir dergi için röportaj yapacağım. Konu “Gençliğin dünü bu günü ve yarını”.

Heyecan ve tedirginlikle kapısını çaldığımda açılan kapının ardından tam bir İstanbul hanımefendisi çıkıyor. Buyur yavrucuğum” diyerek içeri alıyor beni. Titriyorum heyecandan, o ise olanca zarafeti ve tevazuu ile geçip oturuyor karşıma. Yazıları ortalığı kasıp kavurmuş, kitapları yok satmış, kürsülerden cesurca haykırmış, mahkeme salonlarında savunmalar yapmış, hapse girmeyi göze alacak kadar cesur bir hanımın karşımdaki sakinliği ve tevazuu şaşkına çeviriyor beni o an. Sade bir ev, oldukça sade ama nazik bir hanımefendi.

“Evet diyorum işte bu tam bir İslam hanımefendisi, tam bir dava kadını benim rol modelim”. Sohbet ediyor benimle tanıyor, tanışıyor. Elleri ile ikramda bulunuyor. Ayaklarım yerden kesilerek ayrılıyorum evinden..

Sonrası kendisi beni arıyor ve bir daha da ayrılmıyoruz.

Zaman içinde hususi yaşamına temas ettiğimde şahit olduklarım ise beni derinden sarsıyor. Ruhen ve bedenen yorulmuş, örselenmiş, kırılıp dökülmüş naif bir Hanım’ın yaşama dair hayal kırklıkları. Nitekim kısa süre sonra geçirdiği ağır rahatsızlıklar, inzivaya çekilişi, tedavi süreci, maddi manevi tükenmişliğin en şiddetli tezahürü..

Tam 30 yıla yakın bir süre yanı başında “manevi evladı” olma ikramına eriyorum ki, bu kırılgan iki insanın birbirlerine sığınışı oluyor adeta.. Uyutularak tedavi ediliş sürecini biraz atlattıktan sonra daha bir kendine geliyor. Fırsat bulduğumda soluğu yanında alıyorum. Tüm sağlık sorunlarına rağmen saatler süren sohbetlerin lezzetinde sabahlıyoruz. Öyle ki Türkiye’nin uzun bir döneminin tüm ayrıntılarını ondan öğreniyor, mücadelesindeki süreçleri, karşısında olan, yanında yer alan hemen her kesin hikâyesini dinliyorum.

 Elbette ki, hiç bitmeyen mütemadiyen konakladığımız Hastahaneler de bu beraberliğin  doğal bir parçası oluyor.. Dinmeyen ıstırapları tedavi olsun için yattığı hastane odalarında kendisine refakat ederken mahcubiyeti de nezaketi de hiç değişmiyor..

Özel yaşamından, hayal kırklıklarından, ödediği bedellerden bahisten hoşlanmıyor. Zira bir davaya sevdalıdır ve kalbinde sadece ona dair heyecanlar taşımaktadır.

“Asıl mahkûmiyet nedir bilir misin yavrucuğum. Dava aşkı ile yanarken, coşkun bir sel olup akmak isterken bedeninin buna müsaade etmemesidir. Koş yavrucuğum, bir an bile durma gücün varken, takatin yetiyorken ilahi dava uğruna koş” deyişi hafızamdan silinmiyor.

2015’te huzur Sokağının Boşnakçaya çevrilmesi ile Bosna Hersek’e gidecekken sıhhati el vermediği halde “Bahsi geçen Alija’nın ülkesi nasıl gelmem” derken taşıdığı heyecan,  duygu yoğunluğu, gençlerin göğüslerine bastırdıkları Huzur Sokağını imzalatmak için oluşturdukları kuyruklar hatıralarımda yerini korumaya devam ediyor.

Bir yazar düşünün ki, yazdığı roman değişen şartlara ve kuşaklara rağmen tesir gücünü kaybetmiyor. Manevi dönüşümlere vesile olmaya devam ediyor. İşte bu samimiyetin ve ihlasın yansımasıdır.

Davası söz konusu olduğunda cesur ve korkusuz, beşeri hayatta ise mütevazi ve naif bir karakterin; yani İslam şahsiyetine bürünmüş Müslüman bir dava kadının tesirdir bu..

Geçtiğimiz yıl bu vakitler 8 ay kaldığı yoğun bakımdan çıkamayarak hakka yürüdü.

“Yavrucuğum ben artık hazırım, dünya sürgününden asıl yurduma gitmek istiyorum. Rabbime kavuşmayı arzuluyorum” diyordu son yıllarda.

Vasiyeti üzerine Eyüp Sultan camiinde kılınan Namazın ardından yine Eyüp Sultanın dinginliğinde, evliyalara, Allah dostlarına komşu oluyor.

İlahi tecelliye bakin ki, gençliğinde kendisini mahkum eden bir cumhurbaşkanıdır ve vefatında bir Cumhurbaşkanının omuzlarında taşınır

“Hemşire ben bir fazılsam sen de bir Fazılasın” diyen Necip Fazıl Kısakürek sanki yukarılardan tebessüm ederek izliyor ona yapılan töreni.

“Sizlerin yeriniz dolduramayız ama izleriniz sürer, yeni nesillere aktarırız” diye söz veriyor, veda ediyoruz, Şule annemize..

Hani derdiniz ya “durmayacak benim kızlarım, çalışacak, çalışacaklar” diye.. Durmayacak çalışacağız “fitne kalkıp Din yalnız Allah’ın oluncaya dek çalışacağız söz veriyoruz.”

Rahmet, minnet ve özlemle Şule Annemiz, cennette buluşmak  duası ile..

*Enfal/39