YÜZSÜZLERİN YÜZÜ
Yüz gün oldu, Gazze’de soykırım başlayalı. Bebeklerin katledilmediği, annelerin gözlerinden yaş düşmediği, oluk oluk masum kanının dökülmediği tek bir gün geçmedi. Artan açlık ve susuzluk, tıbbi malzeme ve ilaç eksikliği yanında, kış mevsiminin ağır şartları da eklenince; daha da çetinleşti mücadele. Dayanılması zor bir eylemken yaşamak; soluk borusuna dayatılan kor oldu artık nefes almak…
Küçük bir kızcağızın “baba” dedikten hemen sonra can verişini izledim az önce. Bir anda başının yana düşüşünü, gözlerinin kapanışını. Ve o babanın, şehit kızını son kez öpüşünü. “Ne var bunda?” diyenler çıkacak belki de. Öyle ya; karakterler farklı olsa da, her gün gördüğümüz sahnelerden biri. Alışıyor muyuz yoksa yavaş yavaş? Yaşanan ölümlere bu kadar uzun süre şahitlik edince; normalleşiyor mu gözümüzde, anormali normal görme anomalisi? Zalimle barışmaktır, zulme alışmak. Zulmü sıradanlaştırmaktır, zalimle yardımlaşmak…
Yüz gün oldu, yüz gün. Ne doğru düzgün bir yaptırım yapıldı israile, ne de bir kızarma belirtisi görüldü etkili ve yetkili şahısların yüzsüz yüzünde. Atmış günde hala tepeleri atmadığı gibi; yetmiş gün de yetmemişti, Filistin’in soyunu kırmaya yönelik soykırımları durdurma kararı için. Bir ülke yüzüncü gün israile müdahale etse, Filistinliler der miydi acaba: “Doksan gün boyunca yoksan, ne ifade eder yüzüncü gün yanımızda olman?” Yüzüncü gün ne yüzle gelebilirdi ki; doksan gün yaralarına hiç dokunmayan? On günde vahşet son bulsun diye somut adımlar atmayan, otuz günün sonunda makamında rahatlıkla oturan; elbette gelmeyecekti, yüz günü yüzle de çarpsan…
Bir Yemen çıkmıştı; ilk zamanlardan itibaren Gazze’ye sahip çıkan. Bir Yemen çıkmıştı; Kızıldeniz’den israile giden gemileri vuran. Bir Yemen çıkmıştı; siyonistlerin ve destekçilerinin kabusu olan. Bir Yemen çıkmıştı; ABD ve israili milyarlarca dolar zarara uğratan. Çok mu müreffeh bir ülke Yemen? Dünyanın süper güçlerinden mi? Silahlarının, füzelerinin, savaş teknolojilerinin seviyesi çok mu ileri? Elbette hiçbiri. Sekiz yıldır Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon güçlerinin saldırıları altında. Yemen denilince açlıktan ölen çocuklar geliyor ilk önce aklımıza. İmanlarından başka imkanları yok ellerinde, avuçlarında. “israille ticareti kesersek tazminat öderiz, ambargo uygulanır.” diyenlerin ağızlarını açıp tek kelam edecek halleri kalmadı; Yemen’in inancı ve cesareti karşısında.
Yemen Yüksek Siyasi Konsey Başkanı Mehdi el-Meşat: “Bizim kanımız Filistin’deki kardeşlerimizin kanından daha kıymetli değildir. israil gemilerini engellemeye devam edeceğiz. Filistin savaşta tek başına değildir. Çözüm Yemen’e saldırmak değil, ABD destekli israil saldırılarını durdurmaktır.” diyerek meydan okuyor; kendilerine savaş açan ABD ve İngiltere’ye… “Birtakım insanlar size karşı asker toplamışlar. Onlardan korkun dediler de, bu onların imanlarını artırdı ve Allah bize yeter. O ne güzel vekildir diye cevap verdiler.” buyrulan Ali İmran Suresi 173. Ayeti, kanlı canlı yaşatıyor Yemen; 21. yüzyılın reel politik kıskacına kıstırılmış beşerine.
Bir söz düşüyor Yemen’in Medya Birimi Yardımcısı Nasr el-Din Amer’in dilinden. Batılın temsilcilerinin motivasyonunu düşürmekle kalmıyor; Müslümanlıktan ve insanlıktan düşüp düşmediğini de sorgulatıyor inananlara. Diyor ki: “Artık Gazze gibi bombalandığımız için rahatız. Filistin halkı bombalanırken biz bombalanmadığımız için utanıyorduk.” Bu sadece bir söz değil; İslam kardeşliğini hayata taşıyan öz. Göz yaşartıcı değil sadece; gönül yakıcı köz köz… Bu onurlu tavrın şokunu henüz atlatamamışken, Husi Lideri Abdülmelik el-Husi”nin cümleleri kulaklarımızdan girip yankılanıyor, ruhumuzun duvarlarına çarpa çarpa. “ABD ve israillilerle doğrudan çatışmamızın gerçekleşmesinden memnunuz. Peki Biden, cenneti kılıçların gölgesindeki insanları bombalayarak ne başaracak? Biz ABD’den korkanlardan değiliz. Duruşumuz yalnızca Allah içindir.” söylemiyle işaret ediyor; kutsal dava uğrunda bedel ödemenin yalnızca imanı çok güzel ve çok özel kullara nasip olacağına.
BBC muhabiri soruyor: “Yemen, Gazze’den kilometrelerce uzakta. Öyleyse neden kendinizi olaya bulaştırıyorsunuz?” Yemen liderlerinden Muhammed Ali el-Husi şöyle cevap verip kapatıyor muhabirin ağzını. “Peki, Biden Netanyahu’nun komşusu mu? Fransa başkanı aynı katta mı yaşıyor?” Ebu Ubeyde’nin keskin zekasıyla israile yönelttiği sözler gibi, bir tebessüm yayıyor bu cevabı; onlarca ve tonlarca acıyı astığımız suratımıza. Aradan zaman geçince tam yeniden çatılacakken kaşlarımız; “Tüm dünya üzerimize gelse de, Gazze’yi yalnız bırakmayacağız.” sloganları atan Yemen halkı yetişiyor imdadımıza. Gazze’nin eşofmanlı ve terlikli mücahitlerinden sonra, Yemen’in yalın ayaklı fakat çok kalabalık imanlı yiğitleri oturuyor gönlümüzün tahtına. Yüreği yetmeyen ve makamlarını riske etmeyen tüm Müslüman liderlerin sunduğu her mazeret, akamet buluyor Yemen’in pervasız çıkışlarıyla.
Suudi Arabistan’ın hain yönetiminin Dışişleri Bakanlığı’ndan şu beyanat yayılıyor dünya basınına: “Kızıldeniz’de gerçekleşen askeri operasyonları ve Yemen’e düzenlenen hava saldırılarını endişeyle takip ediyoruz. Taraflara gerilimi tırmandıracak davranışlardan kaçınma çağrısı yapıyoruz.” Veliaht Prens Muhammed bin Selman 2018’de: “İstersek ABD, İngiltere ve Fransa’nın yardımıyla husileri bir haftada bitirebiliriz.” demecini verdikten sonra 2021 yılında ise: “Husilerin istediği her şeyi yapacağız. Lütfen onlara ateşkes için bizimle pazarlık yapmalarını söyleyin.” demek zorunda kalmıştı. Yemen karşısındaki acziyetleri korkutmuş olacak ki, daha itidalli söylemlerle yaklaşıyorlar bu defa.
Peki, güzel ülkemizi yöneten AKP cenahından Afyon Milletvekili Ali Özkaya ne söylüyor, ABD ve İngiltere’nin Yemen’e saldırıları konusunda? “Eğer siz uluslararası ticaret güvenliğine, seyrüsefer güvenliğine karşı bir fiil işlerseniz, BM anlaşması kapsamında bütün devletler buna müdahale eder. Dünyanın en fakir ülkelerinden biriyseniz, çok ciddi sıkıntılar yaşıyorsanız, durduk yere ticaret gemilerine ateş edip kendi ülkelerinize daha ağır sonuçlara sebebiyet veriyorsanız, size bu zulmü yapanların amaçları doğrultusunda hareket ediyorsunuz demektir.” diyor. Bülent Arınç’ın Hamas’a hitaben: “Gıdanızı bile dışarıdan gönderiyoruz. Sizin ne gücünüz var?” sözlerini hatırlamayan yoktur sanırım, Ali Özkaya’yı duyunca. Destek olmayanın köstek olması doğal karşılanmalı belki de. Lakin bir tabir var ki beyanatının içinde, duramıyor insan durduğu yerde. “Durduk yere” diyor, “durduk yere!” 12binden fazla çocuk katledilmiş ama Yemen’in tepkisi durduk yere, öyle mi? 5-6 yaşlarında bir Filistinli çocuk: “Annemi öldürdüler. Babam da yakında gider. Çocukluk bitti. Eğer ölmezsem, kardeşlerime ekmek yapmayı öğrenmem lazım.” deyip kollarını sıvarken, hala durduk yere mi? Bir babanın, 10 aylık oğluna morg kapısında sıkıca sarılıp: “Onu bırakmak istemiyorum.” diye feryat etmesinin, hiç mi karşılığı yok yüreğinizde? Oyuncaklarıyla oynaması gereken küçük bir yavrucuğun, bedeni paramparça olan bir şehidin iç organlarını toplamasını izlemek, hiç mi sızlatmıyor içinizi ve dışınızı? Her gün 10 çocuğun bir veya iki bacağı anestezi yapılmadan kesilirken; hatta bir doktorun, ağır yaralı kızının ayağını anestezi ve tıbbi aletler olmadan gözyaşları içinde kesmesi kameralara yansırken, hiç mi sorgulamıyorsunuz, günün birinde bulunduğunuz mevkilerden sorgulanacağınızı? Aç kalan Gazzeliler enkazların altından un toplamaya çalışırken, yiyecek bulmak için sokağa çıkanların üstüne ateş açılırken, hiç mi düşünmüyorsunuz insanlığınız nisap miktarına ulaşıp ulaşmadığını? Şehit bebeğini sımsıkı örterken: “20 gündür çok üşüdü. Bari burada üşümesin.” diyen baba, hiç mi kaçırmıyor uykularınızı? Hiç mi hissetmiyorsunuz; El Aksa Çocuk Doğum Bölümü’nde yakıtın bitmesi sebebiyle, bebeklerin hepsinin oksijensiz kaldığını, ancak 8 saat yetecek tüplerinin kaldığını ve o zamana kadar yakıt bulamazlarsa tüm bebeklerin gözlerinin önünde can vereceğini anlatan başhekimin ıstırabını? Katledilen bebeklerini bulup defnedebilmek için kollarına isimlerini yazan anneler, hiç mi dikenleştirmiyor yastığınızı? Minik kızcağızın dilinden: “Okulumdaki ve sınıftaki öğrencilerin hepsi öldü. Sadece ben kaldım.” sözleri dökülürken, nasıl durduk yere olduğunu düşünebiliyorsunuz Yemen’in tavrının? Durmadık yere olması için, daha ne olması lazım?
Ne ahsen insanlar ülkesi Yemen. Damarlarında dolaşan, imanlarından aldıkları özgüven. Zalim düzen karşısında bir yürüyüş ki adımları; fren yapmak bilmeyen. Kızıldeniz’de Yemenlilerde artık dümen. Sular içindeki yangına düşmeyi göze alamayan, indiremez yelken. Yemen; aklen ve nakden, fikren ve fiilen, madden ve ruhen, kavlen ve kalben, rızaen ve resmen Hakk’ın yanında yer alan bir yaman ülke. Anlayamaz; hadiseleri kuvvete, menfaate, imtiyazlara ve çoğunluğa göre okuyan hiç kimse. Yemen; siyonizmin köleleri evreninde, Gazze kadar egemen. Yemen; dikenli coğrafyalarda açan bir gülşen…
Dünyada 2,2 milyar Müslüman ve 57 Müslüman ülke mevcutken, nüfusunun sadece %1’i Müslüman olan Güney Afrika dava açtı, israile karşı Uluslararası Adalet Divanı’nda. Güney Afrika Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa: “Hiçbir zaman kendimi bugünkü kadar gururlu hissetmemiştim.” cümleleriyle altın harflerle kazıdı tarihe adını. İftihar etmek hakkı elbette. Bir Yemen, bir Güney Afrika onuru taşıyamadığımız gibi; Ankara kadar yüzölçümü ve 1 milyonluk nüfusu ile, ABD’nin Yemen’e saldırmak için ülkelerine füze rampaları yerleştirme isteğini reddeden Cibuti kadar olamamanın utancı düşüyor maalesef ülkemize.
Gazze’ye katliamlarını artırdıkça, israilden ithalatımızın da arttığını görüyoruz, resmi verilerde. Üstelik durdurulmayan ticaret hala alnımızda bir kara leke… Aljazeera.net’ten Kemal Öztürk’ün Ulaştırma Bakanımız Abdulkadir Uraloğlu ile yaptığı röportaj şu şekilde.
-Abdulkadir Uraloğlu: “7 Ekim-31 Aralık 2023 tarihleri arasında Türkiye limanlarından israile 701 gemi sefer yapmıştır. Bu da günde ortalama 8 gemiye tekabül etmektedir. Bu rakamlar gerek ülkemizden direkt israil limanına giden, gerekse transit olarak bizim limanımıza uğrayarak israile giden gemi sayısının toplamıdır.”
-Kemal Öztürk: “Bunların ne kadarı Türkiye’den yük taşıyor, ne kadarı transit geçiş yapan ülkeler?”
-Abdulkadir Uraloğlu: “Yaklaşık üçte biri transit, üçte ikisinin ilk kalkış yeri Türkiye diyebiliriz. Yani Türkiye’den 7 Ekim’den bu yana 480 gemi direkt, 221 gemi transit olarak israile gitti.”
-Kemal Öztürk: “Bu gemilerin bir kısmı Filistin’e de yük taşıyor. Bunun ayrı bir istatistiği tutuluyor mu?”
-Abdulkadir Uraloğlu: “Bunu ayırt edemiyoruz maalesef. 1967 anlaşmasına göre tüm sahil şeridini ve limanları İsrail kontrol ediyor. Filistin’e gidecek her türlü mal, israilin kontrolü ile gidebiliyor. Ancak bu savaş ortamında Filistin’e giden mal miktarının az olduğunu söyleyebiliriz.”
-Kemal Öztürk: “Türkiye Gazze’ye insani yardım gönderdi. Bunu gemiler aracılığıyla yaptı sanırım.”
-Abdulkadir Uraloğlu: “3 gemi insani yardım gönderdik. Bunların içinde gıdadan tıbbi malzemeye, ambulanstan barınmaya kadar çok sayıda ihtiyaç maddesi var. Gemiler Mısır’ın Arish Limanı’nda yüklerini boşalttı. Orada Mısırlı yetkililere teslim ettik. Talep edilmesi halinde daha fazla yardım göndermeye hazırız.”
Bu röportajla, israile 701 gemi giderken, Filistin’e 3 yardım gemisi gönderildiği resmi ağızdan teyit edilmiş oluyor. Yazık ki; giden yardımlar da Refah Sınır Kapısı’nda kalıyor. Ne darbeci Sisi açıyor sınır kapısını, ne diğer Müslüman liderler açtırıyor. Gıda maddeleri bozulduğu için çukurlara gömülüyor. Ebu Ubeyde’nin: “Savaşı ekranlardan izleyen Arap ve İslam dünyasına, savaşın kalbinden sesleniyorum. Gazze’de İslam’ın çocuklarını savunmak için harekete geçmenizi beklemiyoruz. Ordularınızı ve tanklarınızı harekete geçirmenizi de beklemiyoruz. Kutsal mescitlerimiz için de gelmenizi beklemiyoruz. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (SAV)’e lanet edildiği için de öfkelenmeyin. Onun kalbinde miraca ve semaya giden bu yol için de gelmeyin. Bunları savunmanızı istemiyoruz. Hepsini biz üstlendik. Biz dinimizin ve toprağımızın onuru için savaşıyoruz. Sadece şunu soruyoruz: Sınır kapılarında bekleyen yardımları harekete geçirmekten de mi acizsiniz?” sözleri çınlıyor kulaklarımızda. Arap kültüründe, savaşta su, gıda, tıbbi malzeme taşıma işinin kadınların vazifesi olduğunu vurguladığı bu cümlelerin; bunu bile başaramayan Müslüman liderlerin yüzüne tokat gibi inişini fakat o tokadı dahi hissetmeyen yüzsüz yüzlerini hatırladıkça, aklımızı taşımak zorlaşıyor başımızda.
Yemen ordusu “Müjdelenen Fethe ve Kutsal Cihada Hazırız” başlığı altında tatbikat gerçekleştiriyor; ülkemizden israile her gün ortalama 8 gemi yüzdürülüyor. Tanka bomba yerleştirirken, karşı taraftan atılan roketle her iki bacağı kopan Kassam Mücahidi, o anda aklına gelen ilk şeyin, tekrar nasıl savaşacağı sorusu olduğunu söylüyor; ülkemiz cihat ayetlerine gözlerini sımsıkı kapatıyor. Güney Afrika, israile desteği sebebiyle ABD ve İngiltere’ye de dava açmaya hazırlanıyor; “Netanyahu yargılanacak” cümlesini dilinden düşürmeyen ülkemizin cumhurbaşkanı, icraata geçmeyi düşünmüyor…
Dünyada bir başına da kalsa, elbet kazanan Filistin olacak sonunda. Ebu Ubeyde’nin 100. gün mesajı noktayı koyuyor mevzuya. “Düşmanı yenmeyi bekleyen, tüm bunları Allah’a adayan ve davasına inanan bir mücahidin imanı karşısında, son teknolojik ölümcül silahlar ne yapabilir ki?”
İyi ki varsın Filistin. İyi ki varsın Yemen. İyi ki varsın Güney Afrika. Gazze sınavında ‘iyi ki var’lar arasına ülkemin de dahil olması duasıyla…
Saygılar…