Kafkasya, yakından ilgilendiğim, kendimi ait hissettiğim bir coğrafya olmuştur daima. Hem Kuzey Kafkasya ve hem de Güney Kafkasya’ya dair araştırmalar yaparken Bölgedeki Rus tehdidi üzerinden sürüp giden mücadelelerin yanı sıra, halkları ve kültürleri üzerine de çeşitli okumalar yapma imkânı buldum. Aynı zamanda edindiğim dostlar yolu ile pratik anlamda da bölgeye dokunabilmiş oldum..
Güney Kafkasya’nın bitmeyen sorunu olarak karşımıza çıkan Ermeni tehdidine dair geriye dönük siyasi tarihi incelemeler yaparken yakınlık kurduğum Karabağ, zihnimin ve yüreğimin beni sürüklediği bir coğrafya oldu.
1992’de Hocalı katliamı ile dikkatimi çekmiş olan ve ne yazık ki acı bir savaşı, soykırımı yaşamış olan bölgeyi görmek, havasını teneffüs etmek, yaşadığı acıları yakınında hissetmek istiyordum
Nitekim birkaç yıl önce Bakü’de misafir iken sevgili dostlarımın mihmandarlığında bir seher vakti “besmele” ile yola koyulduk. Büyük bir ilgi ve heyecanla iç dünyamdaki hissiyatları geçtiğim güzergâha uyarlamaya çalışıyor, sağ cenahımızdan tebessüm ederek yol boyu bize eşlik eden Kuzey Kafkasya’nın sıra dağlarına –bakışlarımı ayırmadan- karşılık veriyordum.
Yaklaşık beş saat süren yolculuk esnasında bölgenin koca tarihini, yaşadığı acıları ve Ermeni ilhaklarına karşı verdiği mücadeleleri düşünüp durdum. Nihayet vardığımız noktada “Ağdam, Şuşa, Laçin, Kalbacar” yazan tabelaları görünce sanki ilk kez değil de yıllardır okuyup geçiyor gibi hissettim.
Ermeniler ve Azeriler arasında tampon bölge olan Ağdam’a vardığımızda öğlen sonrası idi. Doğrusu dersime iyi çalışmıştım, edindiğim bilgiye göre tam 365 km yol kat etmiş olduğumuz bu şehir, 154 km büyüklüğünde bir alana sahipti. 18.Yüzyılda kurulan şehir, Azerbaycan’ın en eski yerleşkesi olmakla beraber, büyüleyici toprağı ile Karabağ’ın merkezinde yer almaktaydı.
Ağdam’da misafir olacağımız eve vardık, avlu içerisindeki bu müstakil Azeri evinde sıcacık karşılandık. Bizim için hazırlanan lezzetli yemekleri ev sahibemizin özenli ikram ve izzeti ile yerken yol yorgunluğumuzu da kısmen atmış olduk. “Mürebbi” eşliğinde çayımızı içerken de hasbihale koyulduk. Özel hayatlardan başladığımız sohbete, bölgeye dair ufak bilgiler alarak devam ettik.
O gün ikinci ziyaretimiz Ermenilerin ilhak ettiği “sınıra” yakın bir köye oldu. Misafirliğe gittiğimizde ev sahibimizin bizi mahcup eden misafirperverliği bana kendimi adeta dede toprağım “Erzurum” da gibi hissettirdi.
Dostumun yakın akrabalarının yaşadığı bu güzel köyde birkaç ev ziyareti daha yaptık gün içinde. Kiminin avlusundaki tandırda pişirilmiş doyumsuz lezzette tandır ekmeğini yerken, bir başka misafirlikte “kanfet” eşliğinde çay içtik. Her uğradığımız yerde muhataplarımla çok çabuk kaynaşıyordum ve konuşurken lehçelerini anlamıyor olduğum düşüncesi ile mahcubiyetlerini ifade etmeye çalışan her kese “rahat olun çok net anlıyorum sizi, hem de her cümlenizi” deyip onları hayrete düşüyordum.
Öyle ya “Azeri geleneklerine çok yakın olan Erzurum kültürü ile büyümüştüm. Anadolu’yu karış karış gezmiş ve her milletle komşuluk, ahbaplık etmiş bir annenin kızıydım dolayısı ile hiçbir kültür ve de lehçeye yabancı değildim.
Köyde gezintiye çıkma arzum ev sahiplerimi tedirgin etse de, havasını teneffüs etmek isteği ile geldiğim bu topraklarda bir parça da riski göze aldığımı uygun bir şekilde ifade etmek durumunda kaldım. Yakın mesafeden görünebilecek bir noktada olan Ermeni işgalcilerin zaman zaman ateş ettiği, bombalarla tacizde bulunduğu bu köyler güvenli değildi. Uçuşuz bucaksız araziler ve verimli toprakları dikkatle izledim. Yetebildiğim yere kadar ilerleyip pamuk tarlalarından karşımda duran dağlara doğru “işgal edilmiş” kardeş toprağını seyrettim, uzun uzun.
Misafirlerine karşı sorumluluk hisseden konak sahiplerim beni koruma telaşı ile zar zor ikna ederek kısmen daha emniyetli sayılabilecek alanlara götürürlerken olası riskleri izah etme çabasındaydılar.
Oysa az çok konuya vakıftım ve elbette ki yakın zamanda Ermenilerin tekrar saldırıya geçtiği ve püskürtüldüğü bu bölgede insanların tedirginliğini ve endişelerini de gayet iyi anlıyordum.
Özellikle akşam karanlığı ile beraber gergin bir sessizliğe bürünen köyün sokaklarından bir başka eve misafirliğe giderken zar zor ilerliyorduk ki, tek bir lamba ışığı bile yanmıyordu. Zira az ötede ilhak edilmiş topraklardan bir ermeni kurşununa her an hedef olmak işten bile değildi.
Ağdam’da hissettiğim ruhu bu köylerde de hissetmekteydim. Hüzün hâkimdi sanki her bir tarafa. Ufuklara baktığımda gri bir hüznün izlerine rastlıyor gibiydim. Şehirlerin ruhu olduğuna inanan biri olarak yaşanmışlıkların her yere sindiğini görebiliyordum. Gökyüzünün, dağın, taşın, toprağın şahit olduğu dram ve acıların izi hala capcanlıydı sanki.
1578’de Osmanlı sancağı altına girmiş olan Dağlık Karabağ’ın o vakitlerden bu yana maruz kaldığı acılar yeni bir durum değildi elbet.O vakitlerden bu yana devam eden Ermeni Saldırları; Rusya’nın bölgedeki bereketli topraklara, Azerbaycan’ın sahip olduğu kaliteli petrol ve doğalgazına olan iştahının bir sonucuydu.
Ne var ki Ermenistan, topraklarına katmak arzusunda olduğu bu bölgede kendilerini tarih boyunca “maşa” olarak kullanan Rusya’nın gerçek niyetini anlamayacak kadar ferasetsizdi işte..
Nitekim 1992’de Bu bölge tarihin en kanlı katliamına şahit olmuş, uluslararası savaş suçları işlenmiştir. Silahsızlandırılan Hocalıya tankı tüfeği ile saldıran Ermeni askerleri şehri adeta yakıp yıkmış, sivil ve savunmasız halkı yok etmiştir.
Ermeniler Hocalı'da, 83 çocuk, 106 kadın ve 70'den fazla yaşlı dâhil olmak üzere toplam 613 kişiyi katletmiştir.
Sadece insanların katledilmesi ile kalınmamış, cesetler üzerinde yapılan incelemelerde birçoğunun yakılmış olduğu, gözlerinin oyulduğu, kafataslarına çiviler çakıldağı tespit edilmiştir. Hamile kadınlar ve çocukların da bu vahşete maruz kaldığı belirlenmiştir. Keza canlı şahitlerin ifadeleri ve basın organlarında yayımlanan film ve resimlerde görünen insanlık dışı cinayetler, Ermenilerin soykırım amacıyla bu operasyonu gerçekleştirdiğini açıkça ortaya koymuştur.
Hocalı katliamından sonra Ermeniler gözünü Ağdam’a çevirmiş ve 1993’ün mayıs ayında bu kez Ağdama saldırmışlardır. Şehre düşen bombalar ölüm saçıyorken, ağdam korkunç bir saldırıya karşı direnmeye çalışmıştır., Azerbaycan birlikleri tam 42 gün süren savunmada ne yazık ki başarılı olamamışlardı. Böylelikle Ağdam’ı işgal eden Ermeniler şehri harabeye çevirerek hayatta kalan halkı Azerbaycan’ın iç kesimlerine doğru sürmüşlerdir.
Bu güzel, toprakları bereketli tarihi şehir ne yazık ki ermeni işgalinde 5 bin 892 evladını şehit vermiştir.
Tüm bu hakikatlerin, acı hikâyelerin gölgesinde sıcacık dostluklarla döndüğüm Karabağ’ın gönlümde var olan yeri çok daha derinleşmiş oldu. Salt bilgiler yerine somut anlamlar olan bir yakınlığı gönlüme kazımış oldu.
Elbette ki, geçmişinden günümüze dek araştırma makaleleri hazırladığım bir bölgeye fiilen dokunmanın zihnimdeki bilgilere netlik kazandırmış olduğunu da ifade etmeliyim.
Tovuz Saldırısı
Karabağ’da kalan yüreğim Tovoz saldırısını duyunca derinden sızladı doğrusu..
Ermenistan Sınırında bulunan Azerbaycan’ın askeri sığınak yaptığı Tovoz’a yapılan bombalı saldırlar esnasında biri general olmak üzere pek çok şehit verilmesi dikkatlerimizi yeniden Azerbaycan’a çevrildi.
Bölgede tansiyonu yükseltmeye yönelik bir provokasyon olduğu açık olan bombalı saldırıyı Azerbaycan birlikleri püskürtmeyi başardı çok şükür..
Bakü’deki dostlarla yaptığım görüşmelerde halkın sabahlara kadar sokaklarda olduğu ve adeta öfke seli gibi aktığı ifade edildi. Hatta Azeri erkeklerin bir seferberlik söz konusu olmadığı halde kendilerini askere yazdırmak sureti ile bir bakıma saldırılara karşı tepkisiz kalmayacaklarını ortaya koymalarındaki cesur tavra hayranlık duydum doğrusu.
Öte yandan Karabağ’daki dostlardan aldığım “iyi olduklarına” dair haber içime su serpse de, valizleri hazır bir bekleyişin tedirginliğinde olmalarına kahroldum.
Mütemadiyen tehdit altında yaşayan, oradan oraya göç etmek zorunda kalıp sükûnetle beraber tekrar evlerine köylerine dönen insanların rahat bir şekilde yerleşik düzene geçemiyor olmaları oldukça zor bir durum. Dolayısı ile toprağını ekip, hayvanlarını artırmak isteyen köylülerin tedirginlikleri hiç bitmiyor.
Bize gelince;
Elbette “iki bayrak tek millet” diyorsak bunda samimiyiz.. Hem dindaşımız ve hem de gardaşımız olan Azerbaycan halkının yanında olduğumuzu cümle âleme de ilan ediyoruz.
Rabbim esirgesin cümlesini.