Musibetlerin bazısı imtihan sebebi bazıları ise bela mukabilindendir. Allah’ın muttaki kulları bireysel anlamda hastalık, maddi manevi yoksunluk, ölüm, evlat, ana-baba vs. gibi sıkıntılar ile imtihan olurlar. Bu bir ceza değil imtihan ve dolayısı ile kazanma vesilesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Biz mutlaka sizi biraz korku, biraz açlık yahut mala, cana veya mahsullere gelecek noksanlıkla imtihan ederiz. Sen sabredenleri müjdele!” (bakara 155)
Yine Hz Allah bu şekilde imtihana tabi tuttuğu kullarına da şöyle tavsiye buyurur,
Ey İman Edeneler! Sabır ve namazla Allah’tan yardım dileyiniz! Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (bakara 153)
Öte yandan musibetler kimi zaman da kişi ve toplumlar nezdinde ortaya konan zulüm, sapkınlık, inkâr ve küfür sebebi ile bir belaya dönüşerek helak ile sonuçlanır.
İnsanlık tarihi boyunca sapkınlıkları ve zulümleri sebebiyle pek çok kavim helak olmuştur. Nemrut zulmünden ve kibrinden ötürü bir sineğin beynine girmesiyle, Lut kavmi cinsi sapıklığı sebebi ile taş haline gelerek, Nuh kavmi küfür ve inkârları neticesinden tufana duçar olarak, At ve Semut kavimleri zelzele sonucu helak olmuşlardır ki, bunlar sadece birkaç örnektir.
Modern zamanların insanları olarak da bu anlamda pek çok musibet ile karşı karşıyayız. Depremler, seller, yangınlar, kıtlık, kasırga, tayfun gibi pek çok doğal afetin yanı sıra, kronik veya salgın hastalıklar da bu anlamda yaşamımızı tehdit etmektedir.
Nitekim bu gün yaşadığımız corono virüsü de bu musibetlerden biridir ve aynı zamanda pandemdir. Yani aynı anda tüm dünyayı tehdit eden ve semptomları çok bilinmeyen yeni bir salgın hastalıktır.
Çok geriye gitmeden yakın tarihe baktığımızda 19.yüzyılda tam 6 kolera pandemisi ,bir de tüm dünyada olmak üzere grip pandemisi yaşanmıştır. Keza 19. ve 20.yüzylda da tek tek sayamayacağımız, sarıhumma, çiçek, veba, hiv, sars ve buna benzer pek çok salgın hastalık sebebi ile binlerce insan vefat etmiştir.
Küresel bazda hızla yayılan bu salgının pandemiye dönüşerek yaşamlarımız altüst etmesi ile mücadele ederken başımızı avuçlarımıza alıp sebepler üzerinde düşünmemiz gerektiği kanaatindeyim.
Allah’ın Gazabından yine onun Rahmetine sığınmalıyız ki; bu musibet bir bela niteliğinde olması bakımından tövbe gerektirir.
Değil mi ki son zamanlarda Gayretullah’a dokunduk, hem de çokça..
Biz Müslümanlar açısından baktığımızda;
Ne çok şımardık, dünyevileştik, kibir, enaniyet sahibi olduk. Gösteriş, riya ve israfın en uç manzaralarını sergiledik. Suizanda bulunduk, kolayca iftira attık, linç ettik, harama-faize gömüldük, hak yedik..Mahremiyete dikkat etmedik, edep, adap, hayâ, saygı gibi değerleri terk ettik. Kadınlar erkeklerin, erkekler kadınların rolünü giyindi. Vefa, yerini nankörlüğe bıraktı.
Modern zamanların Müslümanları işi ahlakına değil “raconuna” (afven) göre yapmayı öğrendi. Yarışımız en fazlasına sahip olmak ve daima haklı çıkmak üzerineydi artık. Menfaatimize ters ise evrensel değerler ve kavgaların üzerine bir çizgi çekerken vicdan rahatlatmak için her birini bir kılıfa giydirerek itibarsızlaştırma yoluna gittik.
Hülasa, vahyin bize öğütlediği, medeniyet değerlerimizin öğrettiği ne varsa terk ettik. Ve dahi böylelikle seküler anlayışın kıskacında menfaatler önceliğinde “Müslümanca” yaşamaya çalıştık.
Sonuç?
Garabet, Fecaat..
Biz bütün bu evirilmeleri yaşarken, Modern dünyanın en güçlü silahları ile temize çökmüş coğrafyalarımıza bombalar yağdırıyordu. Şehirlerimiz yakılıp yıkılıyor, çocuklarımız katlediliyor, kadınlarımızın namusları kirletiliyordu. Hiçbir zaman uygar olamayan batı alabildiğine suç işleyerek dünyayı kan ve gözyaşına bularken medeniyet çığırtkanlığı üzerinden planlı bir oyunu sahneliyordu. İslam dünyasının büyük bir kısmı “ateş bana sıçramasın aman” diyerek bu senaryonun figüranı olmayı kabul ediyordu. Diğer kısım ise kendi mezhebini, meşrebini, cemaatini, milliyetini kutsamakla meşgul olduğundan, olup bitene müdahale edecek feraseti gösteremiyordu..
Zalimler silahların gölgesinde mazlum ve masumları tehdit ederek adeta Müslümanları; kan, gözyaşı, sürgün, işkence ve katledilmekle ilgili bir kadere mahkûm etmek istiyordu.
Tam yüz yıldır Siyonizm’in esir ettiği Mescid-i Aksa,Müslümanların işgalindeki Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi kurtarılmayı bekliyordu oysa. Bırakın böylesi bir hamleyi zalimlerin coğrafyalarımızı ateşe vermesine, kardeşlerimize zulmetmesine engel olmak bir yana, o zulümden bize sığınanları iteliyor, horluyor, rızkımızın ortağı sayıyoruz ya bu rakam işte tam da bu yüzden eksik, yanlış!
“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece <iman ettik> demleri ile bıraktırıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki biz öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, sadıkları da yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.”(ankebut 2-3)
Bütün bu hakikatlerden olmak üzere şimdi vakit hesabı doğrultma zamanı, ayıklanma, arınma zamanıdır!
Zalimlere gelince;
“İyi biliniz ki Allahı’ın Laneti Zalimler üzerindedir.”(Hud 18)
Allah yeryüzünü kan ve gözyaşına bulayan zalimlerin orduları ve silahlarının gücü üzerinde bir güç ile donattığı zerreciği misket gibi aramıza yuvarlayarak yüreklere korku saldı.
İnsanlığı tehdit eden Füze başlıkları, tanklar, uçaksavarlar, sinipherler minicik bir virüse karşı etkisiz kaldı..
“Göklerin, yerin ve içindekilerin hâkimiyeti Allah’a aittir O her şeye Kadirdir.”
Ey Kadiri Mutlak olan Rabbimiz “Bizi içimizdeki beyinsizler yüzünden helak etme”(araf 155-156)
Bizi merhametinle yarlığa!..
Ayşe Müzeyyen Taşçı